Mücahit SAV
Enerji Uzmanı / Mak. Yük. Müh.
Türkiye; enerjide 1970’li yıllarda yüzde 50 civarında dışa bağımlıyken, bu oran; 1980’li yıllarda yüzde 60-65, 1990’lı yıllarda yüzde 65-70, 2000’li yıllarda ise yüzde 70-75 civarına yükselmiştir. Yatırım ortamının iyileşmesi ile ekonominin ve yaşam kalitesinin artması sonucu, dışa bağımlılık oranının da giderek arttığı gözlemlenmektedir. Bunun yanında, Türkiye’nin jeostratejik konumundan dolayı enerji koridoru olma potansiyelinden henüz yeteri kadar yararlanılamaması, enerjide dışa bağımlılığı da artırmıştır.
Ülke arz güvenliğinin sağlanması için elektrik üretiminde kaynak çeşitliliğinin sağlanması, doğal gaz ile petrol arama ve depolama çalışmalarına ağırlık verilmesi, enerji verimliliğine daha çok katkının yapılması ve dağıtım ile iletim altyapısının güçlendirilmesi gibi çok önemli çalışmalar yapılmaktadır. Mevcut enerji üretimi, kullanımı ve enerjiye ulaşım yöntemleri değiştirilmediği sürece enerji arz sorunu, tüm dünya ülkeleri gibi Türkiye için de büyük bir sorun olmaya devam edecektir.
Doğal Gaz, Petrol Aramaları ve Depolama Çalışmaları
Enerji arz güvenliği ile petrol ve doğal gaz ihtiyacının sürekli ve güvenilir yollarla temini, diğer ithalat bağımlısı ülkeler gibi Türkiye’nin de her zaman gündemindedir. Bu konu ülke enerji vizyonunu doğrudan etkilemekte hatta enerji stratejisinin belkemiğini oluşturmaktadır.
Türkiye’nin ihtiyacı olan doğal gaz ithalatı Rusya, İran ve Azerbaycan’dan, petrol ithalatı İran ve Irak, sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) ise Cezayir, Nijerya ve Katar’dan yapılmaktadır. İthal edilen doğal gazın ve petrolün kontrollü bir şekilde ve ihtiyaç duyulması anında sisteme verilebilmesi için Marmara Ereğlisi ve Tuz Gölü’nde çok büyük kapasiteli depolama tesisleri bulunmaktadır. Ayrıca yüzer depolama ve yeniden gazlaştırma üniteleri (FSRU) ile LNG depolama tesisleri planlanmıştır. Bu bağlamda şimdiye kadar iki tane yüzer gemi tesisi kurulmuştur.
Bunların yanı sıra Türkiye’nin Karadeniz ve Akdeniz’de kendisine ait olan sahalarda kendi sismik araştırma ve sondaj gemileri ile doğal gaz ve petrol araması yapması ve bunu diplomasi ile birlikte yürütmesi son derece önemlidir. Nitekim arz güvenliğini sağlamak adına, söz konusu denizlerde derin deniz petrol ile doğal gaz arama ve üretim faaliyetleri artırılarak sürdürülmektedir.
2020 yılında Fatih gemisince Türkiye’nin Karadeniz’deki münhasır ekonomik bölgesinde (MEB), yaklaşık 170 km açıkta tahmini 320 milyar m3, ardından 85 milyar m3 ilave olarak doğal gaz keşfi gerçekleştirilmiştir. Daha sonra Sakarya gaz sahasındaki diğer doğal gaz keşifleriyle birlikte Karadeniz’deki toplam gaz keşfi hâlihazırda 710 milyar metreküpe ulaşmıştır. Halen yeni keşifler için aramalar devam etmektedir.
Akdeniz’de ise Türkiye ile Libya arasında 2019 yılında “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Mutabakatı” imzalanmış ve aralarında 18,6 millik (yaklaşık 30 km) bir sınır oluşturulmuştur. Böylece, güneybatı deniz sahasında kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge sınırı belirlenmiştir. Libya ile imzalanan anlaşmadan sonra ortaya çıkan MEB sınırları, bu bölgeden geçirilmek istenen tüm boru hattı projelerinde Türkiye’nin onayını gerekli kılmıştır. Yunanistan, Güney Kıbrıs, İsrail, Mısır, Lübnan ve Suriye gibi ülkelerin arasından sıyrılarak, enerji denklemi açısından Doğu Akdeniz’de böyle bir adımın atılması Türkiye açısından son yılların en önemli başarılarından olmuştur.
Tüm bu petrol arama çalışmalarında öncü rol oynayan Kamu şirketi TPAO ise artık dünyada, sektörün eğilimlerini belirleyen ve sektörün yönünü etkileyen büyük petrol şirketleri ile işbirliği içinde uzun vadeli yatırım programları oluşturmuş durumdadır.
Türkiye’nin Enerji Köprüsü ve Terminali Olması
Türkiye’nin enerji koridoru ve terminali haline gelmesi arz güvenliği ile de doğrudan ilişkili olan en büyük uluslararası projelerinden biridir. Bu durum, Türkiye’nin komşu ülkeler ve batılı ülkeler ile çıkar birliği kurmasını temin edecek, bölgenin politik ve ekonomik istikrarını artıracak, bölge ülkelerinin kalkınmasına da büyük katkı sağlayacaktır.
AB’nin önceliği kendi arz güvenliğinin temini için Türkiye üzerinden Hazar ve Ortadoğu kaynaklarına erişimi sağlamak, bir başka değişle Türkiye köprüsü üzerinden bu kaynakları AB’ye ulaştırmaktır. Bu strateji Türkiye’nin de çıkarları ile örtüşmektedir. Bu politikalar doğrultusunda Bakü-Tiflis-Ceyhan ve Güney Kafkas Doğal Gaz Boru Hatları gerçekleşmiş, Türkiye-Yunanistan ve Türkiye-İtalya Doğal Gaz Boru Hatları projelerine başlanmış ve Samsun-Ceyhan gibi projeler ise yatırımcıların ilgisini çekmeye başlamıştır. Özellikle Azerbaycan gazını Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşıyan TANAP ve Rusya gazını Avrupa’ya taşıyan Türk Akımı’nın hayata geçirilmesi, Türkiye’nin stratejik öneminin daha da ön plana çıkmasını sağlamıştır. Böylece Türkiye’nin transit koridor rolü, kendi arz güvenliğinin temini için de avantajlar sağlamıştır.
Rusya’yla 1986 yılında imzalanan yıllık 6 milyar m3 miktarındaki ilk doğal gaz alım anlaşmasının ardından, artan tüketim miktarlarının karşılanabilmesi amacıyla imzalanan diğer alım anlaşmaları kapsamında sırasıyla Rusya – İlave Batı Hattı, İran ve Rusya – Mavi Akım Hattından gaz alımına devam edilmiştir. 2007 yılından itibaren Azerbaycan’dan da doğal gaz alımına başlanmıştır. Böylece mevcut durum itibariyle Türkiye 3 farklı ülkeden uzun dönemli doğal gaz alım anlaşmaları kapsamında boru hatlarıyla gaz ithalatı gerçekleştirmiştir.
Önemli enerji kaynaklarına sahip olan Azerbaycan başta olmak üzere tüm Orta Asya ülkeleri ile hem Türkiye hem de Batı ülkelerinin kesintisiz kara ve demir yolları bağlantısı yanı sıra transit enerji koridorunu temin edecek olan Zengezur Koridoru da önümüzdeki süreçte ön plana çıkacak konuların başında gelmektedir. Koridorun açılmasıyla Türkiye’nin Hazar Denizi üzerinde ve Kafkasya’da geliştirebileceği projelerle doğu-batı, güney-kuzey koridoru ve enerji transiti tartışmalarında merkezi konuma gelmesi kaçınılmaz olacaktır.
Son yıllarda Trakya Bölgesi’nin Avrupa kıtası ile Asya kıtası arasında bir doğal gaz merkezi olması hususunda ciddi çalışmalar başlatılmıştır. Bunun yanı sıra Ceyhan’a inecek ham petrol kapasitesi, Türkiye’nin doğal gaz köprüsü konumu ve iç-dış pazar dinamikleri, Ceyhan’ı özellikli bir konuma getirmiştir. Bu bölge; rafineri, petrokimya ve LNG doğal gaz sıvılaştırma tesislerini içerecek bir kompleks yapı ve bir enerji merkezi haline gelmiş durumdadır.
Sürekli büyüyen talebe kıyasla özellikle petrol ve doğal gaz üretimi çok kısıtlı olan Türkiye, bu dezavantajını bölgesel ticaret denklemlerinde aldığı rollerle dengelemeye çalışmaktadır. Önemli boru hatlarının geçiş güzergâhında bulunduğu için, bölgesel bir ticaret merkezi olma yönünde adımlar atmaktadır. Enerji ticaret merkezlerinin ortasında yer alan Türkiye, bu konumunun avantajlarını kullanarak sadece enerji transferini gerçekleştirmenin yanında bunların fiyatlarını belirlemede de öncü rol oynayabilmelidir. Bu zamana kadar konum avantajını tam anlamıyla gerçekleştirememiş olup, fiyat belirleme noktasında da ilerleme sağlayamamıştır.
90’lı yıllarda Türkiye’nin öncülüğünde belirmeye başlayan enerji koridoru konsepti, kendi arz güvenliğini teminat altına almaya çalışan Avrupa’nın ve ABD’nin de bir bakıma isteği olmuştur. Bu nedenle Türkiye, Ortadoğu ve Hazar petrol ve doğal gazı için coğrafi avantajını kullanarak transit ülke konumunu pekiştirmesi gerekmektedir.