Serhan ÜNAL
TENVA Araştırmacısı
Ermeniler, Türkiye’yi, geçmişte kendilerine uygulanan tehcir sırasında çok sayıda insanın ölmesiyle suçlarken, kendi kendilerine ve diğer bölge halklarına bugün çok daha büyük bir ‘nükleer tehcir’i dayatmak üzereler. Ermenistan’daki Metsamor Nükleer Güç Santrali (NGS), Ermenistan’da ve bölgede bir felakete sebep olmanın eşiğinde. Salt ekonomik kaygılar sebebiyle santralin çalıştırıldığı her geçen gün, bütün bölge halklarını etkileyecek bir felaket yaşanma riski de artmakta. Böylece bir taraftan bölge halkları her an bir nükleer kaza riskiyle yaşarken, diğer taraftan bu sorunun çözülmesi, Ermenistan’ın bölgenin diğer ülkeleriyle ilişkilerinin bozuk olması sebebiyle başarılamamakta. Bu süreçte tarih ise kaçınılmaz olarak iki yoldan birinde tekerrür edecek: Ya kadim Türk-Ermeni dostluğu şeklinde ya da bölge dışı devletlerin, Ermenileri kendi komşularıyla sorunlu tutmaya devam etmeleri şeklinde. İşte tam da bu noktada, Türkiye’nin enerji diplomasisi ve gelişen nükleer stratejisi, tarihin Türk-Ermeni dostluğu yolunda ilerleyebilmesi için önemli fırsatlar yaratabilir.*
Dünyadaki en tehlikeli ve eski nükleer santral olarak kabul edilen Metsamor NGS, 408 MW işler kurulu güce sahip ve Iğdır’a 20 kilometre (km), Ermenistan’ın başkenti Erivan’a ise 35 km uzaklıkta. 1979 yılında birinci nesil teknolojiyle inşa edilmiş olan Metsamor NGS, 1988 yılındaki bir depremden sonra kapatıldı. Fakat, 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bağımsız olan Ermenistan, enerji darboğazına düşmesi üzerine 1995’te santrali tekrar devreye almak zorunda kaldı. Ancak, ekonomik ömrünü çoktan tamamlamış olan santralin eskimiş teknolojisi ve günümüz standartlarını karşılamaktan uzak güvenlik altyapısı, bütün bölgeyi etkileyebilecek büyüklükte bir nükleer kaza meydana gelme riskini her geçen gün artırmakta. Bu sebeple en ideal çözüm, santralin tamamen kapatılması. Geçici çözümler ise en azından bazı iyileştirmeler yapılarak kaza riskinin azaltılmasını gerektiriyor. Ne yazık ki, Ermenistan’ın ekonomik şartları, Metsamor’un kapatılarak yeni bir nükleer santralin inşa edilmesi bir yana, santralin iyileştirilmesi için gereken önlemlerin alınmasına ve hatta santralin yakıt masraflarının karşılanmasına dahi imkan vermemekte. Santralin yakıt temini ve diğer birçok işletme gideri, Rusya tarafından, siyasi amaçlarla sübvanse edilmekte. Bu döngü içerisinde Ermenistan, bir yandan Rusya’ya bağımlı kalırken, diğer yandan da Rusya’ya bağımlılığının yapısı ve sonuçları, Ermenistan’ın diğer bölge ülkeleriyle sağlıklı ilişkiler kurmasını engellemekte.
Santralde meydana gelebilecek bir nükleer kaza, bütün bölge için ciddi riskler taşımakta. Bu açıdan, muhtemel kazalara karşı iyimser ve kötümser olmak üzere iki senaryo düşünülebilir. İlk senaryo için Mart 2011’de Japonya’da meydana gelen Fukuşima kazası, ikinci senaryo için Nisan 1986’da Sovyetler Birliği’nde meydana gelen Çernobil felaketi emsal alınabilir. Fukuşima kazasında 30 km çapında bir tahliye operasyonuna ihtiyaç duyulmuşken, Çernobil felaketinin etkileri yüzlerce km çapında bir alanı etkilemişti. Bu sebeple iyimser senaryoda radyoaktif serpintinin çapı 30 km ile sınırlı tutulurken kötümser senaryoda, Çernobil felaketi kadar geniş bir alanı etkilemeyeceği umularak, felaketin çapı 250 km ile sınırlı tutulmakta.
Resim 1. Metsamor Nükleer Kaza Etki Haritası
İyimser senaryoya göre, muhtemel bir kazada, 30 km çapında tahliye faaliyeti gerektirecek bir radyoaktif serpintinin, Ermenistan’da Eçmiadzin (Vagharshapat), Serdarabad (Armavir), Uluhanlı (Masis) ve başkent Erivan dahil olmak üzere en az 800.000 kişiyi ve Türkiye’de Iğdır civarında 200.000 kişiyi olmak üzere toplamda tahminen bir milyon kişiyi etkileme ihtimali bulunmakta (Bkz. Metsamor Nükleer Kaza Etki Haritası). Belki yüzlerce, hatta binlerce insanın aşırı radyoaktiviteye maruz kalmanın getireceği hastalıklar sonucu yaşamını yitireceği kazanın etkileri nesiller boyunca da devam edecektir. Bu büyüklükte bir nükleer tahliye operasyonunu, gayri safi yurtiçi hasılası 11,1 milyar dolar ve merkezi bütçesi 2,8 milyar dolar olan Ermenistan’ın gerçekleştirme kabiliyeti ise çok kısıtlı. Bu ‘nükleer tehcir’ operasyonu az veya çok kayıpla gerçekleştirilebilse bile, tehcir sonrasında 30 km çapındaki alanda oluşacak tüm zararların tazmini hususu, Ermenistan’ın imkanlarının çok ötesinde bir durum yaratacaktır. Üstelik, zararı tazmin edilmesi gereken bölgenin önemli bir kısmı, Ermenistan’ın diplomatik ilişkiye sahip olmadığı Türkiye tarafında olacağı için konu daha da karmaşık bir hale gelerek Türkiye ve Ermenistan arasında düzenli ilişkilerin kurulmasını mecburi kılacaktır.
İkinci senaryoda, tıpkı Çernobil felaketinde olduğu gibi, radyoaktif izotopların bir patlama sonucunda kontrolsüz şekilde atmosfere karışarak yağmur bulutları ve rüzgar yoluyla çok daha uzak mesafelere taşınması değerlendirilmekte. Böylesi bir nükleer felakette ise, ortalama 250 km çapında etkili olabilecek bir radyoaktif serpinti, Ermenistan’ın tamamını ve Türkiye’de Kars, Ardahan, Artvin, Ağrı, Iğdır, Erzurum ve Van’ı; Gürcistan’da Tiflis, Ahılkelek (Akhalkalaki) ve Ahıska’yı (Akhaltsikhe); Azerbaycan’da Ermenistan işgalindeki Karabağ’ın tamamına ek olarak Şemkir, Gence, Berde ve Nahcivan’ı; İran’da ise Doğu ve Batı Azerbaycan eyaletlerinin özellikle kuzey bölümlerini etkileyebilir. Anılan bölgelerde, nükleer felaketten etkilenebilecek nüfus, 1,5 milyonu Türkiye’de olmak üzere yaklaşık dokuz milyondur. Bu bölgelerde yalnızca insanların sağlığı etkilenmekle kalmayacak, toprağa, suya ve havaya karışan radyoaktif izotoplar, yıllar boyunca üretilen tüm gıda maddelerini de etkileyecek ve bölgenin temel geçim kaynağı olan gıda sektörünü kökten sarsacaktır. Fakat felaketin etkileri bu kadarla sınırlı kalmayacak, radyoaktif kirlilik, Türkiye’nin bu bölgesinin beslediği Dicle gibi akarsular aracılığıyla Irak’a ve Basra Körfezi’ne kadar olan alana zarar vererek ulaşabilecektir. Bu çaptaki sorunların çözülmesi ise, yalnızca Ermenistan’ın değil, Ermeni diasporasının da imkanlarını çok aşan bir durumdur. Böylesi geniş bir felaketin gerçekleşmesi ise, Ermenistan’ın sadece Türkiye ile değil, Azerbaycan ile de düzenli ilişki kurumasını dayatacak ve ayrıca Gürcistan-Ermenistan arasındaki zaten sorunlu olan ilişkilere de yeni bir sorun ekleyecektir.
Tam bu noktada, Türkiye’nin artan enerji diplomasisi kabiliyetleri ve gelişen nükleer stratejisi, Metsamor’daki felaket riskinin ortadan kaldırılmasının da ötesinde, Türkiye-Ermenistan ve Ermenistan-Azerbaycan ilişkilerinin geliştirilmesi için fırsatlar yaratarak, tarihin kadim Türk-Ermeni dostluğu şeklinde tekerrür etmesine katkı yapabilir. Bu amaçla Türkiye, muhtemel bir kaza sonucunda bütün bölgeye zarar verecek olan bu riskin bertaraf edilmesi için öncü rolü üstleneceği adımları behemehal atmalıdır. Fakat Türkiye’nin, Azerbaycan’la olan özel ilişkisinden dolayı, Ermenistan’ın Karabağ’daki işgali sona erdirmesi, Türkiye-Ermenistan arasındaki ilişkilerin ön şartı olarak masada durmakta. Üçlü ilişkilerin uzun yıllardır çözüm bulunamayan sorunlar sebebiyle kilitlenmiş yapısı, ancak bütün tarafların ortak çıkarının bulunduğu böyle inisiyatifler ile değiştirilebilir.
Türkiye, Ermenistan ve Azerbaycan, uluslararası ve bölgesel dengeleri de dikkate alacak şekilde bir konsorsiyum oluşturarak, Metsamor NGS’nin kapatılması ve yerine başka bir kaynaktan elektrik üreten bir santral inşa ederek hem kaza riskini bertaraf edebilirler hem de bütün bu teknik ve ekonomik müzakere sürecini bir ‘güven artırıcı dönem’ olarak kullanabilirler. Bu sayede, teknik konulardaki yakınlaşmanın, taşma (spill over) etkisiyle sosyal, siyasal ve tarihsel alanlara da aktarılabilmesi için bir ortak zemin yaratılabilir. Önceki Amerikan başkanlarından Eisenhower’ın nükleer silahlara karşı meşhur “Barış Atomları” (Atoms for Peace) inisiyatifine benzer şekilde, Metsamor’a karşı ‘Güven Atomları’ (Atoms for Confidence) inisiyatifi oluşturulabilir. Üstelik, Metsamor’daki muhtemel bir kazanın bütün bölge için maliyeti, katlanılamayacak kadar yüksek olduğu için, bu inisiyatifi alacak liderlerin, bu hareketlerinin kendilerine iç siyasette de katkısı olabilir.
Özellikle Türkiye’nin son yıllarda derinleşen ve somutlaşan nükleer gündemi de, zamanlama açısından önemli bir fırsat sunmakta. İlk adımda, Türkiye ve Ermenistan’daki nükleer karşıtı platformların işbirliği yapmaları teşvik edilebilir. Bu adım, kısa vadede Türkiye’nin nükleer stratejisini yavaşlatacak bir unsur gibi görünmekle birlikte, uzun vadede Türk dış politikasına ciddi katkılar yapabilir. Ayrıca, Türkiye’nin Akkuyu’daki ilk nükleer santralini de inşa edecek Rus şirketi olan Rosatom’un aynı zamanda Metsamor NGS’ni işletiyor olması da, bölgesel denklem açısından Türkiye’nin faydalanacağı bir unsur olabilir. İran’dan doğalgaz ithal eden Ermenistan’ın, Rusya kaynaklı nükleer yakıt yerine İran veya Azerbaycan kaynaklı doğalgazı elektrik üretiminde daha yaygın kullanmasını sağlayacak girişimler, Ermenistan’ın mevcut dış politik mimarisinde köklü ve Türkiye-Ermenistan-Azerbaycan ilişkileri açısından umut vaat eden değişimlerin önünü açabilir. Ermeni diasporasının, 100 yıl önceki olayların siyasileştirilmesi için harcadığı çabayı, Ermenistan’daki insanların yarınlarını karartacak olan Metsamor felaketine karşı harcamıyor oluşu ise, diasporanın samimiyetine dair bir soru işareti olarak kalmakta.
Sonuç olarak Ermenistan, bütün bölgeye zarar verme ihtimali olan bir nükleer felaket kaynağına ev sahipliği yapmakta, ancak bu riski ortadan kaldıracak teknik ve mali kapasiteden yoksun bulunmakta. Muhtemel bir nükleer felaket sonucunda ‘nükleer tehcir’e uğrayabilecek veya bir şekilde etkilenebilecek insan sayısı ise, 1915 Olayları’na kıyasla çok daha yüksek. Bu nükleer felaket riskinin ortadan kaldırılması için ise Türkiye’nin enerji diplomasisi ve gelişen nükleer stratejisinin zamanlaması uygun fırsatlar sunmakta. Taraflar teknik alanlardaki işbirliklerinden siyasal ve tarihsel alanlarda bir uzlaşmaya geçemeseler de elde, bütün bölgenin faydalanacağı somut bir kazanım kalabilir: Nükleer bir felaket riskinin bertaraf edilmesi. Bu sayede, 1915 tehcirinin hüzünlü hatırasından ders alınarak, yüzbinlerce insanın Metsamor’daki bir kaza sonucunda ‘nükleer tehcir’e tabi tutulmasının önüne, Türkiye’nin enerji diplomasisi sayesinde geçilebilir.
*”Bu makale Enerji Panorama dergisinin Mayıs 2015 tarihli sayısı için özel hazırlanmış ve yayınlanmıştır. Yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Türkiye Enerji Vakfı’na aittir. Tekrar yayınlanması halinde kaynak gösterilerek bu sayfaya aktif bağlantı sağlanması zorunludur.”