Yrd. Doç. Dr. Fatih Cemil ÖZBUĞDAY
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
İktisat Bölümü Öğretim Üyesi, TENVA Direktörü
Birleşmiş Milletler’in (BM) Paris’teki iklim görüşmeleri -ya da resmi adıyla 21. BM İklim Değişikliği Taraflar Konferansı (COP21)- 12 Aralık tarihinde bir anlaşma ile sonuçlandı. Paris İklim Anlaşması (Anlaşma) olarak bilinen bu anlaşma, konunun uzmanları tarafından, sera gazı emisyonlarını azaltmada uluslararası düzeyde atılan en önemli adım olarak görülmekte. Zira Anlaşma’ya taraf olarak 195 ülkenin devleti, iklim değişikliğinin insanlığın ortak bir sorunu olduğunu, küresel emisyonlarda ciddi azalmaların gerekliliğini, iklim değişikliğinin risklerinin ancak bütün ülkeler tarafından olası en geniş işbirliği yoluyla ve acil tedbir alınarak azaltılabileceğini tanımış oldu.*
Anlaşma iklim değişikliğinin olumsuz etkileri ile mücadelede genel bir çerçeve çizerken, anlaşma metninde (1) öne çıkan maddeler aşağıdaki gibi sıralanabilir ve özetlenebilir:
• Madde 2: Küresel sıcaklık artışı, sanayileşme öncesi seviyelere göre 2 °C’nin altında tutularak, sıcaklık artışı 1,5 °C ile sınırlandırılacak.
• Madde 4: Anlaşmaya taraf olan her ülke iklim değişikliği ile mücadelede ulusal katkı hedefini hazırlayacak ve ilan edecek. Ülkelerin müteakip ulusal katkı hedefleri öncekilerden daha fazla bir ilerlemeyi öngörecek. Kalkınmış ülkeler, emisyon azaltma hedeflerini gerçekleştirmede liderliği ele alacak.
• Madde 5: Anlaşmaya taraf olan ülkeler, ormanlar gibi sera gazlarını tutan oluşumların korunmasında gerekirse sonuç-temelli ödemeler sunarak gerekli tedbirleri alacak.
• Madde 9: İklim değişikliğinin etkilerini azaltmada ve bu etkilere adapte olmada, Anlaşma’ya taraf olan kalkınmış ülkeler, kalkınmakta olan ülkelere finansal kaynak sağlayacak.
• Madde 10: Anlaşmaya taraf olan ülkeler, iklim değişikliği ile mücadelede ve sera gazlarını azaltmada gerekli teknolojinin gelişimi ve transferinde uzun vadeli bir vizyonu paylaşacak.
ANLAŞMA NE İFADE EDİYOR? EKONOMİK ETKİLERİ NELER?
Paris İklim Anlaşması’na göre, sanayileşme öncesi dönem ile günümüz arasındaki küresel ortalama sıcaklık artışının 2°C’nin altında tutularak, bu artışın sanayileşme öncesi dönemdeki ortalama sıcaklığın 1,5°C üzerinde olacak şekilde sınırlanması hedeflenmekte. Bu, beklenenin de ötesinde oldukça hırslı bir hedef. Bu noktada belirtilmesi gereken husus ise, konulan hedeflerin ulaşılabilecek hedefleri göstermekten ziyade birer sembol olduğu. Anlaşma metninde de ifade edildiği üzere “iklim değişikliği, insan toplumlarına ve insanlığa acil ve potansiyel olarak geri dönüşü olmayan bir tehdidi temsil etmekte ve bu durum bütün ülkeler tarafından olası en geniş işbirliğini gerekli kılmakta.” Böylesi büyük bir tehditle mücadelede ilerleme sağlayabilmek için, çıtayı mümkün olduğunca yükseğe çekmek ve ulaşılması zor hedefler üzerinde uzlaşmak elzemdir. Dolayısıyla, Anlaşma, iklim değişikliğinin etkisini tamamen gidermekten ziyade iklim değişikliği ile mücadele için ilgili paydaşlara güçlü bir sinyal gönderme vazifesi görmektedir.
Daha önceki uluslararası iklim ve çevre anlaşmalarında (Kyoto Protokolü gibi) sera gazının salımının azaltılmasında kalkınmış ve kalkınmakta olan ülkeler arasında daha kalın bir çizgi çekilirken, Paris İklim Anlaşması’nda bu çizgi incelmiştir. Zira, dünyayı en çok kirleten ülkenin kalkınmakta olan bir ülke (Çin Halk Cumhuriyeti) olduğu ve bu ülkenin kirliliğin sonuçlarına katlanmakta olduğu bir ortamda, kalkınmakta olan ülkelere daha fazla tolerans gösterilmesi mümkün görünmemektedir. Kalkınmış, kalkınmakta olan ya da az kalkınmış olsun, her ülke elinden geldiğince sera gazlarını azaltmak için bir ulusal katkı hedefi sunmalıdır. Bununla beraber, iklim değişikliğinin olumsuz etkileri ile mücadelede başat rolün kalkınmış ülkeler tarafından oynanmasının beklendiği gözlenmektedir.
Anlaşma’nın 9. maddesine göre, iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak ve bu etkilere uyum göstermeyi kolaylaştırmak için, Anlaşma’ya taraf olan kalkınmış ülkeler, kalkınmakta olan ülkelere finansal kaynak sağlamak durumundadır. Buna göre, 2020 yılına kadar kalkınmış ülkelerden kalkınmakta olan ülkelere yıllık 100 milyar dolarlık bir para transferi öngörülmektedir. Bu rakam 2025 yılında yeniden güncellenecektir.
Bütün bu muazzam refah transferlerinin yanı sıra, Paris İklim Anlaşması’nın bir başka büyük ekonomik etkisi ise enerji piyasalarının mimarisini dönüştürmesidir. Anlaşma, enerji piyasalarına çok güçlü bir sinyal göndermektedir: bu saatten sonra fosil yakıtlara dayalı yatırımlar çok daha risklidir. Zira ülkelerin resmi hükümetleri fosil yakıtların döneminin sona ermesi gerektiği konusunda fikir birliğine varmıştır.
Her bir ülke içinde ulusal enerji piyasalarının Paris İklim Anlaşması’na nasıl tepki vereceği ise hükümetlerin sunduğu ulusal katkı hedefinin ne kadar yüksek olduğu ve söz konusu hedefi gerçekleştirmede hükümetin ne kadar ciddi olduğu ile ilgilidir. Anlaşma, yüksek bir hedef ortaya koyan ve bu hedefi gerçekleştirmede kararlı olan hükümetlerin olduğu ülkelerde enerji piyasalarını daha çok etkileyecektir. Bu piyasalarda, fosil yakıt temelli yatırımlar yerlerini yenilenebilir enerji yatırımlarına bırakacaktır.
TÜRKİYE’NİN SUNDUĞU ULUSAL KATKI HEDEFİ
Paris İklim Anlaşması’nın 4. Maddesi’nde belirtildiği gibi taraf olan her ülkenin iklim değişikliği ile mücadelede ulusal katkı hedefini hazırlayacağı ve ilan edeceği üzere, Türkiye de ulusal katkı hedefini 30 Eylül 2015 tarihinde Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS-UNFCCC) sekretaryasına sunmuştur. (2) Buna göre Türkiye, her şeyin şu andaki gibi seyrettiği olağan (business-as-usual) senaryoya kıyasla 2030 yılında sera gazı emisyonlarını toplamda % 21 azaltmayı hedeflemektedir. Bu hedefe ulaşmak için kullanılacak araçlardan bazıları şu şekildedir:
• Güneş enerjisinden elektrik üretimi kapasitesini 2030 yılına kadar 10 GW’a çıkartmak,
• Rüzgar enerjisinden elektrik üretimi kapasitesini 2030 yılına kadar 16 GW’a çıkartmak,
• Hidroelektrik potansiyelinin tamamını kullanmak,
• 2030 yılına kadar bir nükleer santrali devreye almak,
• 2030 yılına kadar elektrik iletimi ve dağıtımındaki kayıpları % 15’e indirmek,
• Elektrik üretiminde mikro-üretim, birlikte-üretim ve yerinde üretimi tesis etmek,
• Endüstriyel kurulumlarda enerji verimliliğini artırmak ve enerji verimliliği projelerine finansal destek sağlamak,
• Karayolu taşımacılığının payının azaltılırken deniz ve demiryolu taşımacılığının paylarının arttırılması,
• Yüksek hızlı demiryolu projelerinin gerçekleştirilmesi,
• Şehiriçi raylı sistemlerin artırılması,
• Tünel projeleri ile yakıt tasarrufu sağlanması,
• Eski araçların trafikten çekilmesi,
• Yeni konutları ve servis binalarını mümkün olduğunca enerji verimli inşa etmek.
Bunlara ilaveten, ulaştırma, tarım, ormancılık, atık, binalar ve kentsel dönüşüm alanlarında daha birçok tedbir alınması öngörülmüştür.
Tablo 1: Türkiye’nin Toplam Sera Gazı Emisyonu Projeksiyonu
SONUÇ
Paris İklim Anlaşması ile birlikte, hem Türkiye’de hem de dünyada önemli değişikliklerin görüleceği bir döneme girilmiştir. Bu değişiklikler hem enerji piyasalarının hem de finansal piyasaların mimarisini önemli ölçüde değiştirebilecek potansiyele sahiptir. Ekonomi yöneticilerinin ve politika yapıcılarının, artık geri dönüşü olmayan bir trende girildiğinin farkına varması ve karar alırken bu durumu göz önünde bulundurması gerekmektedir. Zamanın ruhunu doğru okumak, ekonomik kararlar alırken iklim değişikliğine ve çevreye duyarlı olmayı zorunlu kılmaktadır.
*Bu yazının Stratejik Düşünce Enstitüsü’nün web sitesindeki yayınına ulaşmak için buraya tıklayınız.
[1] http://unfccc.int/resource/docs/2015/cop21/eng/l09.pdf
[2]http://www4.unfccc.int/submissions/INDC/Published%20Documents/Turkey/1/The_INDC_of_TURKEY_v.15.19.30.pdf
–
“This article was published in Turkish”
Yrd. Doç. Dr. Fatih Cemil ÖZBUĞDAY
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
İktisat Bölümü Öğretim Üyesi, TENVA Direktörü
Birleşmiş Milletler’in (BM) Paris’teki iklim görüşmeleri -ya da resmi adıyla 21. BM İklim Değişikliği Taraflar Konferansı (COP21)- 12 Aralık tarihinde bir anlaşma ile sonuçlandı. Paris İklim Anlaşması (Anlaşma) olarak bilinen bu anlaşma, konunun uzmanları tarafından, sera gazı emisyonlarını azaltmada uluslararası düzeyde atılan en önemli adım olarak görülmekte. Zira Anlaşma’ya taraf olarak 195 ülkenin devleti, iklim değişikliğinin insanlığın ortak bir sorunu olduğunu, küresel emisyonlarda ciddi azalmaların gerekliliğini, iklim değişikliğinin risklerinin ancak bütün ülkeler tarafından olası en geniş işbirliği yoluyla ve acil tedbir alınarak azaltılabileceğini tanımış oldu.*
Anlaşma iklim değişikliğinin olumsuz etkileri ile mücadelede genel bir çerçeve çizerken, anlaşma metninde (1) öne çıkan maddeler aşağıdaki gibi sıralanabilir ve özetlenebilir:
• Madde 2: Küresel sıcaklık artışı, sanayileşme öncesi seviyelere göre 2 °C’nin altında tutularak, sıcaklık artışı 1,5 °C ile sınırlandırılacak.
• Madde 4: Anlaşmaya taraf olan her ülke iklim değişikliği ile mücadelede ulusal katkı hedefini hazırlayacak ve ilan edecek. Ülkelerin müteakip ulusal katkı hedefleri öncekilerden daha fazla bir ilerlemeyi öngörecek. Kalkınmış ülkeler, emisyon azaltma hedeflerini gerçekleştirmede liderliği ele alacak.
• Madde 5: Anlaşmaya taraf olan ülkeler, ormanlar gibi sera gazlarını tutan oluşumların korunmasında gerekirse sonuç-temelli ödemeler sunarak gerekli tedbirleri alacak.
• Madde 9: İklim değişikliğinin etkilerini azaltmada ve bu etkilere adapte olmada, Anlaşma’ya taraf olan kalkınmış ülkeler, kalkınmakta olan ülkelere finansal kaynak sağlayacak.
• Madde 10: Anlaşmaya taraf olan ülkeler, iklim değişikliği ile mücadelede ve sera gazlarını azaltmada gerekli teknolojinin gelişimi ve transferinde uzun vadeli bir vizyonu paylaşacak.
ANLAŞMA NE İFADE EDİYOR? EKONOMİK ETKİLERİ NELER?
Paris İklim Anlaşması’na göre, sanayileşme öncesi dönem ile günümüz arasındaki küresel ortalama sıcaklık artışının 2°C’nin altında tutularak, bu artışın sanayileşme öncesi dönemdeki ortalama sıcaklığın 1,5°C üzerinde olacak şekilde sınırlanması hedeflenmekte. Bu, beklenenin de ötesinde oldukça hırslı bir hedef. Bu noktada belirtilmesi gereken husus ise, konulan hedeflerin ulaşılabilecek hedefleri göstermekten ziyade birer sembol olduğu. Anlaşma metninde de ifade edildiği üzere “iklim değişikliği, insan toplumlarına ve insanlığa acil ve potansiyel olarak geri dönüşü olmayan bir tehdidi temsil etmekte ve bu durum bütün ülkeler tarafından olası en geniş işbirliğini gerekli kılmakta.” Böylesi büyük bir tehditle mücadelede ilerleme sağlayabilmek için, çıtayı mümkün olduğunca yükseğe çekmek ve ulaşılması zor hedefler üzerinde uzlaşmak elzemdir. Dolayısıyla, Anlaşma, iklim değişikliğinin etkisini tamamen gidermekten ziyade iklim değişikliği ile mücadele için ilgili paydaşlara güçlü bir sinyal gönderme vazifesi görmektedir.
Daha önceki uluslararası iklim ve çevre anlaşmalarında (Kyoto Protokolü gibi) sera gazının salımının azaltılmasında kalkınmış ve kalkınmakta olan ülkeler arasında daha kalın bir çizgi çekilirken, Paris İklim Anlaşması’nda bu çizgi incelmiştir. Zira, dünyayı en çok kirleten ülkenin kalkınmakta olan bir ülke (Çin Halk Cumhuriyeti) olduğu ve bu ülkenin kirliliğin sonuçlarına katlanmakta olduğu bir ortamda, kalkınmakta olan ülkelere daha fazla tolerans gösterilmesi mümkün görünmemektedir. Kalkınmış, kalkınmakta olan ya da az kalkınmış olsun, her ülke elinden geldiğince sera gazlarını azaltmak için bir ulusal katkı hedefi sunmalıdır. Bununla beraber, iklim değişikliğinin olumsuz etkileri ile mücadelede başat rolün kalkınmış ülkeler tarafından oynanmasının beklendiği gözlenmektedir.
Anlaşma’nın 9. maddesine göre, iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak ve bu etkilere uyum göstermeyi kolaylaştırmak için, Anlaşma’ya taraf olan kalkınmış ülkeler, kalkınmakta olan ülkelere finansal kaynak sağlamak durumundadır. Buna göre, 2020 yılına kadar kalkınmış ülkelerden kalkınmakta olan ülkelere yıllık 100 milyar dolarlık bir para transferi öngörülmektedir. Bu rakam 2025 yılında yeniden güncellenecektir.
Bütün bu muazzam refah transferlerinin yanı sıra, Paris İklim Anlaşması’nın bir başka büyük ekonomik etkisi ise enerji piyasalarının mimarisini dönüştürmesidir. Anlaşma, enerji piyasalarına çok güçlü bir sinyal göndermektedir: bu saatten sonra fosil yakıtlara dayalı yatırımlar çok daha risklidir. Zira ülkelerin resmi hükümetleri fosil yakıtların döneminin sona ermesi gerektiği konusunda fikir birliğine varmıştır.
Her bir ülke içinde ulusal enerji piyasalarının Paris İklim Anlaşması’na nasıl tepki vereceği ise hükümetlerin sunduğu ulusal katkı hedefinin ne kadar yüksek olduğu ve söz konusu hedefi gerçekleştirmede hükümetin ne kadar ciddi olduğu ile ilgilidir. Anlaşma, yüksek bir hedef ortaya koyan ve bu hedefi gerçekleştirmede kararlı olan hükümetlerin olduğu ülkelerde enerji piyasalarını daha çok etkileyecektir. Bu piyasalarda, fosil yakıt temelli yatırımlar yerlerini yenilenebilir enerji yatırımlarına bırakacaktır.
TÜRKİYE’NİN SUNDUĞU ULUSAL KATKI HEDEFİ
Paris İklim Anlaşması’nın 4. Maddesi’nde belirtildiği gibi taraf olan her ülkenin iklim değişikliği ile mücadelede ulusal katkı hedefini hazırlayacağı ve ilan edeceği üzere, Türkiye de ulusal katkı hedefini 30 Eylül 2015 tarihinde Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS-UNFCCC) sekretaryasına sunmuştur. (2) Buna göre Türkiye, her şeyin şu andaki gibi seyrettiği olağan (business-as-usual) senaryoya kıyasla 2030 yılında sera gazı emisyonlarını toplamda % 21 azaltmayı hedeflemektedir. Bu hedefe ulaşmak için kullanılacak araçlardan bazıları şu şekildedir:
• Güneş enerjisinden elektrik üretimi kapasitesini 2030 yılına kadar 10 GW’a çıkartmak,
• Rüzgar enerjisinden elektrik üretimi kapasitesini 2030 yılına kadar 16 GW’a çıkartmak,
• Hidroelektrik potansiyelinin tamamını kullanmak,
• 2030 yılına kadar bir nükleer santrali devreye almak,
• 2030 yılına kadar elektrik iletimi ve dağıtımındaki kayıpları % 15’e indirmek,
• Elektrik üretiminde mikro-üretim, birlikte-üretim ve yerinde üretimi tesis etmek,
• Endüstriyel kurulumlarda enerji verimliliğini artırmak ve enerji verimliliği projelerine finansal destek sağlamak,
• Karayolu taşımacılığının payının azaltılırken deniz ve demiryolu taşımacılığının paylarının arttırılması,
• Yüksek hızlı demiryolu projelerinin gerçekleştirilmesi,
• Şehiriçi raylı sistemlerin artırılması,
• Tünel projeleri ile yakıt tasarrufu sağlanması,
• Eski araçların trafikten çekilmesi,
• Yeni konutları ve servis binalarını mümkün olduğunca enerji verimli inşa etmek.
Bunlara ilaveten, ulaştırma, tarım, ormancılık, atık, binalar ve kentsel dönüşüm alanlarında daha birçok tedbir alınması öngörülmüştür.
Tablo 1: Türkiye’nin Toplam Sera Gazı Emisyonu Projeksiyonu
SONUÇ
Paris İklim Anlaşması ile birlikte, hem Türkiye’de hem de dünyada önemli değişikliklerin görüleceği bir döneme girilmiştir. Bu değişiklikler hem enerji piyasalarının hem de finansal piyasaların mimarisini önemli ölçüde değiştirebilecek potansiyele sahiptir. Ekonomi yöneticilerinin ve politika yapıcılarının, artık geri dönüşü olmayan bir trende girildiğinin farkına varması ve karar alırken bu durumu göz önünde bulundurması gerekmektedir. Zamanın ruhunu doğru okumak, ekonomik kararlar alırken iklim değişikliğine ve çevreye duyarlı olmayı zorunlu kılmaktadır.
*Bu yazının Stratejik Düşünce Enstitüsü’nün web sitesindeki yayınına ulaşmak için buraya tıklayınız.
[1] http://unfccc.int/resource/docs/2015/cop21/eng/l09.pdf
[2]http://www4.unfccc.int/submissions/INDC/Published%20Documents/Turkey/1/The_INDC_of_TURKEY_v.15.19.30.pdf