Akdeniz Ülkeleri Enerji Şirketleri Birliği-OME Hidrokarbon Kaynakları Direktörü Dr. Sohbet Karbuz
Dr. Sohbet Karbuz’u Twitter’dan takip etmek için tıklayınız
Doğu Akdeniz’e kıyıdaş ülkeleri tek paydada toplayan enerji konusu, dikkatli ve akılcı bir şekilde ele alınmadığı için maalesef birleştirici yerine ayrıştırıcı bir araç haline dönüştürülmektedir. Bölgedeki ülkeler arasındaki geçtiğimiz yıllarda yaşanan sorunlar, değişen ulusal çıkarlar doğrultusunda gelişen yeni ilişkileri de beraberinde getirmiş ve yeni bir güç dengesinin şekillenmesine yol açmıştır.*
Arap baharı rüzgarının esmesiyle gittikçe yanlızlaşan Israil, bölgede ittifak arayışlarına girmiş ve doğal gaz keşiflerini bu arayışta katalizatör olarak kullanarak Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Yunanistan ile yakınlaşmıştır. Enerji eksenli yüksek diplomasi trafiği ile pekinleşen bu ilişkilerin bahis konusu üç ülke arasındaki ekonomi, siyasi ve askeri yakınlaşmayı da arttırması beklenmektedir. Benzer şekilde Mısır da Temmuz 2013 sonrasında Yunanistan ve GKRY ile enerji, ekonomi, siyasi ve askeri ilişkilerini pekiştirmeye başlamıştır. Bu iki üçgenin (Yunanistan, GKRY, İsrail ve Yunanistan, GKRY, Mısır) yakın bir zamanda dörtgen haline gelmesine (Yunanistan, GKRY, İsrail, Mısır) şaşırmamak gerekir. Her iki üçgeni oluşturan ülkelerin devlet başkanları dahil üst düzey yöneticileri bir kaç yıldır başdöndürücü bir diplomasi trafiği gerçekleştirmektedirler.
2009 başından günümüze kadar İsrail ve Güney Kıbrıs açıklarında yaklaşık 1,2 trilyon metreküp (tcm) doğal gaz içeren 10 adet saha keşfedilmiştir. Amerika Birleşik Devletleri Jeoloji Kurumu’nun Mayıs 2010’de yayınladığı bir rapora göre, Doğu Akdeniz Levant Baseninde (çoğunlukla İsrail, Gazze Şeridi, Güney Kıbrıs ve Lübnan açıklarını kapsar) teknik olarak çıkarılması mümkün ama henüz keşfedilmemiş 1,7 milyar varil petrol ve 3,5 tcm doğal gaz potansiyeli mevcuttur. Buna ilaveten GKRY resmi kaynakları ise GKRY’nin ilan ettiği Münhasır Ekonomik Bölgesi’nin (MEB) Levant Baseni dışında kalan bölümünde en az 1 tcm daha doğal gazın olduğunu iddia etmektedir. İsrail resmi kaynakları ise İsrail MEB’sinde 1,4 tcm gaz potansiyeli olduğunu tahmin etmektedir.
Keşfedilmiş ve keşfedilmeyi bekleyen bu doğal gaz kaynakları dünyanın en karmaşık politik bölgelerinden biri olan Doğu Akdeniz’de çekişmeleri tetikleyip daha da karmaşıklaştıracak ve zaten gergin olan bu bölgeye yeni kaygılar ekleyebilecek olsa da, bölgesel işbirliği, istikrar, enerji güvenliği ve bölge refahı açısından bir fırsat oluşturmaktadır. Bu da bölge ülkelerinin miyopik politikalardan uzak, akılcı bir ortaklık stratejisi anlayışı çerçevesinde samimi, yapıcı bir diyalog ve pragmatik bir yaklaşımla hareket etmelerini gerektirir. Durum böyle olmadığı için ne GKRY dört sene önce keşfedilen Afrodit sahasını hala üretime sokabilmiş ne de İsrail geçtiğimiz yedi senede keşfedilen büyük rezervlere rağmen gaz ihracatına başlayabilmiştir.
Vergi ve ihracat politalarındaki sürüncemeler, saha geliştirme süreçlerinde karşılaşılan sıkıntılar, enerji düzenlemelerinde yaşanan zig zaglar ve sonu gelmeyen problemler şüphesiz İsrail’in gaz ihracatına başlayamamasında çok büyük rol oynamıştır. Ancak ihracat alt yapısı eksikliği de bir o kadar önem arz etmiş ve hatta İsrail’i GKRY ve Mısır ile yakınlaşmaya iten önemli nedenlerden biri olmuştur.
İsrail’in en büyük doğal gaz sahası olan Leviathan’ın geliştirilmesi ihracata, dolayısıyla ihracat alt yapısına bağlıdır. Her ne kadar gerek Leviathan gerekse Tamar sahalarından Filistin ve Ürdün’e ihracat yapmak mümkün olsa da söz konusu miktarların az olması nedeniyle büyük kapasitede ihracata olanak sağlayacak alternatifler üzerinde daha çok durulmaktadır. Bu alternatifler arasında, Mısır’da atıl duran LNG tesislerini kullanmak, bir boru hattıyla Türkiye’ye bağlanmak ya da yüzer LNG tesisi yer almaktadır. Yüzer LNG opsiyonu İsrail’in enerji düzenlemeleri ve vergi sistemindeki değişikliklerin yol açtığı bir dizi sorunlar yüzünden rafa kaldırılmıştır. Türkiye’ye boru hattı ile bağlanma opsiyonu İsrail-Türkiye ilişkilerinin soğuması nedeniyle ertelenmiştir. Mısır’da BG ve Union Fenosa Gas’ın yıllık toplam kapasitesi 19 bcm olan LNG tesislerini kullanma opsiyonu da Mursi hükümetiyle İsrail arasındaki ilişkilerin kötü olması nedeniyle mümkün değildi. Ancak Mısır’daki Mursi hükümeti düştükten sonra hem bu LNG tesislerini kullanmak hem de Mısır iç pazarına gaz satmak neredeyse tek alternatif haline gelmiştir.
GKRY ise baştan beri Vasilikos’ta bir LNG tesisi kurmayı planlıyordu. Ancak Afrodit sahasındaki gaz miktarının 200 milyar metreküp ( bcm)’ten Kasım 2014’te 129 bcm seviyesine revize edilmesi, ayrıca Eni-Kogas konsorsiyumunun açtığı iki sondajda ticari miktarda gaza rastlanmaması ve Fransız Total şirketine verilen iki parselde yapılan jeolojik araştırmalar sonucunda sondaj yapmaya değer bir hedef bulunamamasının yarattığı hayal kırıklıkları nedeniyle Vasilikos’ta yapılması düşünülen LNG tesisi planları da suya düşmüş oldu. Gerçi Afrodit sahasını bir boru hattı hattıyla Girit üzerinden Yunanistan’a bağlama projesi üzerinde de çalışmalar yapılıyor ama teknik, ticari, finansal ve politik nedenler yüzünden bu opsiyonun gerçekleştirilmesi Avrupa Birliği’nden alınan desteğe rağmen mümkün gözükmemektedir.
Dolayısıyla Afrodit sahasındaki gazın bir boru hattıyla Mısır’a getirilmesi konusu gündeme gelmiş ve BG Egypt Ekim 2014’de Güney Kıbrıs’ın hidrokarbon şirketi CHC ile Afrodit sahasındaki gazın Mısır’a getirilmesi konusunda müzakerelere başlamıştı. Mısır ve GKRY arasında bugünlerde devam eden Afrodit sahasındaki gazın bir boru hattıyla Mısır’a getirilmesi konusundaki görüşmelerin yakın bir zamanda sonuçlanarak nihai yatırım kararının bu yıl içinde alınması öngörülmektedir.
Şunu da antiparantez belirtmekte fayda var ki Şubat 2003’te Mısır ile MEB anlaşmasını imzalayan GKRY Aralık 2013 tarihinde de Medyan hat boyundaki hidrokarbon kaynaklarının ortak geliştirilmesi konusunda bir çatı anlaşması ve ayrıca gizlilik anlaşması imzalamıştır.
Doğal gaz GKRY’nin Mısır ile geçmişten gelen yakın ilişkisine yeni bir boyut katıp pekiştirirken İsrail ile mesafeli ve oldukça düşük seviyede olan ilişkisi gittikçe yakınlaşmaya başlamıştır. Bu değişimde Türkiye’nin İsrail ve Mısır’la olan ilişkilerinin bozulması da rol oynamıştır. Kısaca belirtmek gerekirse, GKRY-Mısır ilişkileri tercihten, fakat GKRY-İsrail ilişkileri zaruriyetten dolayı gelişmiştir.
Hatırlamak gerekirse idealist Arap milliyetçisi olan Cemal Abdül Nasır, Aralık 1963’te Kıbrıs adasında iki halk arasında baş gösteren şiddet eylemleri sürecinde ve sonrasında Kıbrıs Rum cemaati lideri Başpiskopos Makarios’a destek vermiştir. Nasır zamanında artan Mısır-Kıbrıs Rum ilişkileri Enver Sedat döneminin başında ve Mubarek dönemininde de devam etmiştir. Güney Kıbrıs gerek Mısır gerekse diğer Arap ülkeleriyle iyi ilişkiler geliştirmek amacıyla hem Arap-İsrail uyuşmazlığı ve Arap-İsrail Savaşlarında hemde uluslararası arenada Arap yanlısı bir politika izlemiştir. Öyle ki GKRY İsrail’i tanımasına rağmen yıllarca İsrail’de büyükelçilik açmamıştır.
Halbuki İsrail, 16 August 1960 tarihinde bağımsızlığını ilan ettikten 5 ay sonra Nicosia (Lefkoşe) de büyükelçilik açmıştır. İki ülke arasındaki ilişkiler, GKRY’nin İngiltere’den bağımsızlığını sağlamada önemli rol oynayan Mısır’ın baskıları yüzünden turizm ve teknik yardımdan pek öteye gidememişti. Coğrafi konumu gereği Akdeniz’deki belli başlı deniz yollarını ve geçitleri kontrol eden Kıbrıs adası İsrail için daima önemini korumuştur. Bu nedenle İsrail adadaki iki halk arasında 1964 ve sonrasında başgösteren olaylar karşısında tarafsız kalmaya gayret etmiştir. İsrail ve GKRY arasındaki yakınlaşma, iki ülkenin Aralık 2010’da imzaladığı MEB Sınırlandırma Antlaşması, Afrodit sahasına İsrail’li Delek Grubunun ortak olması, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun 16 Şubat 2012’de Güney Kıbrıs’a yaptığı resmi ziyaretle başlayan başta enerji olmak üzere çeşitli alanlarda yapılan işbirliği anlaşmaları ve İsrail doğal gazının ve elektriğinin Yunanistan üzerinden Avrupa’ya nakledilmesine ilişkin görüşmelerle pekinleşmektedir.
Gerek Güney Kıbrıs gerekse İsrail gazının Mısır’daki LNG tesisleri üzerinden uluslararası piyasalara ihracı bu üç ülkeyi şu anda birbirlerine bağlayan en önemli faktörlerden biri olarak gözükmektedir. Afrodit ve Leviathan gazının Mısır üzerinden ihracatı mevcut ihracat opsiyonları arasında en pratik ve ticari olmasına rağmen şimdiye kadar hayata geçirilememesi büyük bir fırsatı riske sokmaya başlamıştır.
Söz konusu gaz sahalarının geliştirilmesi konusunda (ki toplam maliyetin 10 milyar doların üzerinde olduğu tahmin edilmektedir) nihai yatırım kararları halen alınmamıştır. Yatırım kararları bugün alınmış olsa bile bu sahaların üretime sokulması 2020 yılından önce pek mümkün gözükmemektedir. Diğer yandan, sene başından beri Mısır’da yapılan önemli gaz keşifleri, doğal gaz tüketim artışının azaltılması yönündeki politikalar dahil sektörde gözlenen yapısal değişim ve üretici firmalara ödenen fiyatın önemli oranda arttırılması gibi nedenlerden ötürü Mısır’ın 2020 sonrası tekrar gaz ihraç eder hale gelmesi beklenmektedir. Kıbrıs ve İsrail’den Mısır’a ihracat amaçlı gönderilmesi planlanan yıllık toplam gaz miktarının (yaklaşık 7 bcm Afrodit’ten, 7 bcm Leviathan’dan, 4,5 bcm Tamar’dan) Mısır’ın LNG kapasitesinden fazla olması bir yana bu tesislerinin 2020 sonrasında da atıl kalması pek olası gözükmemektedir. Sonuç itibariyle, global LNG piyasasında ileriye yönelik beklentiler ve petrol ve gaz fiyatlarında değişen dinamikler de dikkate alındığında, Afrodit ve Leviathan sahalarının geliştirilerek üretime sokulması ve Tamar sahasından gelecek gazla beraber Mısır’daki LNG tesisleri yoluyla dış piyasalara ihracı penceresi yavaş yavaş kapanmaktadır.
Dolayısıyla somut bir gelişme olmadan geçen her gün GKRY-İsrail-Mısır üçlüsü için bir kayıptır. Doğru bir strateji geliştirilebilirse bu kayıp Türkiye için avantaj haline dönüştürülebilir ve Kıbrıs ve İsrail gazı boru hattıyla Türkiye ‘ye getirilerek ülkemizin enerji hedeflerini gerçekleştirmesine katkı sağlanabilir. Aslına bakılırsa böyle bir boru hattının varlığı ileride Lübnan sularında keşfedilecek doğal gazın da dış pazarlara iletilmesi için göz önüne alınacak ilk opsiyon alabilecektir. Ancak bunun için iki ön koşulun sağlanması gerekir: Kıbrıs sorununun çözümü ve İsrail ile ilişkilerin normalleşmesi.
Kıbrıs konusunda geçtiğimiz aylarda kaydedilen olumlu gelişmelerin devam etmesi halinde nihai çözüme ulaşılabileceği inancı giderek yaygınlaşmaktadır. NATO’nun Gazze ablukasındaki rolü de bir bakıma İsrail konusunda Türkiye’nin öne sürdüğü üç koşuldan sonuncusunu da dolaylı olarak yerine getirecektir. Geriye kalan şey yöneticilerimizin uzun vadeli ulusal çıkarları ön planda tutan gerçekçi ve yapıcı bir tutum izlemesidir.