Serhan ÜNAL
TENVA Araştırma Merkezi-Araştırmacı
Enerji alanında, ihracatçılar ile ithalatçılar arasında enerji ticaretinin hacmi büyüdükçe, taraflar arasında karşılıklı bağımlılık oluştuğu ve bunun da, tarafların birbirlerinin çıkarlarına zarar vermelerini önlemekte etkili olduğu sıklıkla dillendirilen bir konu. Bu aynı zamanda, ekonominin siyasete nispi üstünlüğünü de ifade etmekte. Gerçekten de, enerji ticaretinin dikkate değer hacim ve derinliğe eriştiği ticaret ilişkilerinde, taraflar birbirlerinin çıkarlarına zarar vermeme konusunda daha hassas davranmaktalar. Türkiye ve İran arasındaki ilişkiler, tam da bu noktaya güzel bir örnek teşkil etmekte. Türkiye ve İran, her ne kadar aralarında mücadele konusu olabilecek bazı hususlar bulunsa da, aralarındaki enerji ticaretini öncelemekte ve ilişkilerinde hassas bir dengeyi sürdürmeyi tercih etmekteler. Diğer taraftan, karşılıklı bağımlılığın peşinen kabul edildiği bir ortamda Ukrayna krizinin öğrettiği derslerden biri, enerji tedarikçilerinin, özellikle Rusya’nın, kendisini karşılıklı bağımlılık çerçevesinde karşı tarafa bağımlı görmeyebileceğidir.
Rusya – Avrupa ve Rusya – Türkiye ilişkilerinin en temel unsurlarından biri enerji ticareti durumunda. Enerji arz güvenliği açısından bakıldığında, Rusya’ya Avrupa Birliği (AB) petrolde %35 ve doğalgazda %32 civarında bağımlıyken bu oranlar Türkiye için %11 ve %58 civarında seyretmekte. Diğer taraftan, enerji talep güvenliği açısından bakıldığında ise, AB ve Türkiye’nin Rusya’nın enerji ihracatı içindeki toplam payları petrolde %80 ve doğalgazda %79 seviyesinde. Bu durum, Rusya’nın toplam ihracatının %72’sinin enerji ihracatından oluştuğu ve 260 milyar$ değere sahip olduğu bilgisiyle değerlendirildiğinde, taraflar arasında bir karşılıklı bağımlılık olduğu düşünülebilir. Ancak Ukrayna krizinin gösterdiği gerçek, enerjide (özellikle boru hatları ile doğal gaz ticaretinde) arz güvenliğinin talep güvenliğinden daha kırılgan olduğu, diğer bir deyişle, Rusya – AB/Türkiye enerji ilişkilerinde eli güçlü olan tarafın Rusya olduğudur.
Ukrayna krizi konusunda AB, Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile Rusya’nın tutumları taban tabana zıt olmasına rağmen Rusya, uluslararası hukuku da hiçe sayarak diğer aktörlerin tepkilerini göze alarak Kırım’ı ilhak edebilmiştir. Bu durum Rusya’nın, enerji açısından kendisine bağımlı olan AB ve Türkiye’nin etkili yaptırımlar uygulayamayacağını düşündüğünü göstermekte. Kırım’ın ilhakı sonrasında AB ve Türkiye’nin tepkilerinin zayıf kalması ise, Rusya’nın reelpolitik hesabının doğru çıktığını kanıtlamakta. Ne AB’nin ne de Türkiye’nin güçlü bir tepki verememesine rağmen, ABD’nin Rusya’ya daha sert tepki verebilmesi ise ABD’nin, AB’nin tepki verme kabiliyetlerini kısıtlayan bağımlılıklardan azade olmasının bir sonucu.
Her ne kadar Ukrayna krizinde gerilim artık yavaş yavaş düşmeye başlamış olsa da yaptırımlar hala gündemi işgal etmekte. Fakat yaptırım ajandası ne yönde ilerlerse ilerlesin, Rusya Kırım’ın ilhakını sürdürebilecek ve bunun sonuçlarına kısa ve orta vadede direnebilecek birtakım araçlara sahip. Misalen, Milli İstikrar Fonu (National Stabilisation Fund) 150 milyar$’ı aşkın hacmiyle Rusya’daki herhangi bir orta vadeli finansal sıkıntının etkilerini telafi edebilecek durumda. Diğer taraftan, Rusya’ya enerji bağımlılığı olan ülkeler, muhtemel bir doğalgaz arz kesintisine Rusya’nın, kendine uygulanan yaptırımlara direndiği gibi (ve kadar) direnebilecek durumda değiller.
Enerji ithalatçılarının enerji ihracatçılarına olan bağımlılığı da tam da bu farktan ileri gelmekte: Enerji ve paranın farklı ikame edilebilirlik derecelerinden. Para, kısa ve orta vadede daha ikame edilebilir bir nesneyken enerji, ikame edilemez bir nesnedir. Aynı zamanda bazı enerji türleri, paranın tamamen tersine, teknik veya ekonomik olarak yeterince depolanabilir de değil. Bu durum, AB ve Türkiye’nin, Doğu Akdeniz’deki, Irak’ın kuzeyindeki ve Orta Asya’daki kaynaklara yönelik artan ilgisini açıklamak için yeterli olmakta. Rusya’ya olan enerji bağımlılıklarını olabildiğince azaltmaya çalışan AB ve Türkiye aktörlerinin bunu yapabilmesinin tek yolu ise, Rusya haricindeki kaynaklara ulaşabilmeleri. Enerji arz güvenliğinin sağlanmasının da ancak bu şekilde mümkün olabileceği müşahede edilmekte. Diğer taraftan Rusya’nın da Çin ile yaptığı dev anlaşma, Rusya’nın uzun vadedeki enerji talep güvenliğini sağlama çabası olarak değerlendirilebilir.
Bütün bu tartışmaların gösterdiği apaçık gerçek ise şudur: Enerji ticaretinde ihracatçı ülkelerin, ithalatçı ülkelere olan üstünlüğü birçok durumda devam etmektedir. Ukrayna krizi özelinde düşünüldüğünde, enerji tedarikçisi Rusya, enerji ithalatında kendisine bağımlı olan AB ve Türkiye gibi aktörlerin stratejik zafiyetlerinin, kendisinin Kırım’ı ilhak etmesi durumunda dahi etkili bir yaptırım uygulamalarına mani olacağını hesaplayarak hamlesini yapmıştır ve hesabı doğru çıkmıştır. Enerji ticaretinde hacim ve derinlik arttıkça karşılıklı bağımlılığın da arttığı savı, enerjinin ihracatçılarının, enerjinin ithalatçılarına olan üstünlüğünün devam ettiğinin açıkça görülmesiyle birlikte büyük darbe almıştır denilebilir. Diğer bir deyişle, enerji oyununda siyasetin ekonomiye nispi üstünlüğü de devam etmektedir.
-Serhan Ünal
Russia’s de facto annexation of Crimea has proven that interdependence between importers and exporters of energy is weaker than thought; in fact, importers are more dependent on suppliers. The debate on energy security can be approached from two main perspectives: supply and demand security. By combining these two perspectives, it is common to argue that there is interdependence between Russia and the European Union, and between Russia and Turkey.
Interdependence corresponds to a specific type of profitable relationship between parties in which both sides are deterred from harming the other’s interests and favors maintaining the relationship. The main underlying motivation is usually mutual economic gains. Similarly, when it comes to Russia-EU and Russia-Turkey relations, supporters of interdependence claim that energy trade is so vital for both sides of the business that neither side can afford risking relations.
Indeed, Russia is significant for both the EU and Turkey in a number of issues varying from international security to regional stability. For energy, this significance is more explicit since the EU’s dependency on Russian supplies is around 32 percent and 35 percent in natural gas and oil, respectively. These rates are 58 percent and 11 percent for Turkey’s dependence on Russia. On the other hand, the EU and Turkey’s combined shares constitute 79 percent of Russian gas exports and 80 percent in oil. Moreover, 72 percent of Russia’s total exports are energy exports which amount to $260 billion. In theory, these figures sign to a strong interdependence as if none of the parties could risk the relationship due to its enormous volume and strategic importance. Yet, in practice, the Crimean crisis has shown that Russia is not sufficiently deterred from violating international law and from harming the interests of providers of its energy demand security.
When the events in Ukraine escalated, nobody anticipated that Russia could annex Crimea. The expectation was that economics would again outweigh politics, and thanks to interdependence in between, both Russia and its opponents would contain the conflict spontaneously to sustain their gains from the energy business. However, despite the high share of the EU and Turkey in the demand for Russian energy resources, Russia did not feel itself interdependent with them, rather it felt they were dependent on it. Proving this in a way, the other part of the interdependent relationship, the EU and Turkey, could do almost nothing to respond Russia’s aggressiveness.
Thus, it can be argued that dependence of energy importers on exporters continues. This situation principally arises from different substitutability levels of energy and money. Russia, with its assets like the National Stabilization Fund exceeding $150 billion has some options to resist international sanctions for a considerable time. Still, capital outflow which is expected to climb to $70 billion to $80 billion by the end of 2014 according to the Russian Ministry of Finance, may pressure Russia. If the EU can impose new sanctions as harsh as the U.S., which acts relatively more freely thanks to its lower rate of dependency on Russia in any area, the situation may worsen for Russia. However, this does not seem possible due to the EU’s high energy dependency on Russia. In order to relieve the EU from its energy dependence, the U.S. can use its booming oil and gas production and lift the ban on oil exports, which is a hot topic of debate in energy circles. Yet, these options are not expected to be applicable in the short term.
The EU’s energy dependency cannot be totally halted; it can only be restructured with non-Russian supplies. In the short term, putting an end to the reliance on Russian sources does not seem plausible; even if it were, Russia is equipped with the necessary capabilities to resist and protect the consequences of the annexation of Crimea. Only in the medium or long term may Russia exhaust its necessary capabilities to sustain its position. This supports the initial point arguing that dependency of importers on exporters continues; if it did not, the EU and Turkey could have taken some noteworthy measures against Russia.
All these debates on the Crimean crisis prove that energy interdependence between importers and exporters does not always work perfectly. When it comes to the vital interests of states, what works is deterrence. Correctly calculating the EU and Turkey’s inability to deter it, Russia moved against interdependence. Thus, ineffective sanctions from Turkey and the EU following the fait accompli have proven that Russia, as an energy exporter, has the upper hand in this particular interdependent relationship.
*Research Fellow at the Turkish Energy Foundation and Faculty Member at Yıldırım Beyazıt University’s Department of International Relations.
Source: http://www.dailysabah.com/opinion/2014/06/05/is-energy-interdependence-still-relevant-after-crimea