Mücahit SAV
EÜAŞ/ETKB Müşavir
Çevre, neredeyse yüzyıllara varan bir sorun olmasına rağmen özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinde gündem olmuş ve 1990’lı yıllarda uluslararası sorunlardan biri olarak yerini almaya başlamıştır. 2000’li yıllarda artarak süren iklim tartışmaları; günümüzde artık ülkelerin iktisadi ve siyasi ilişkilerinin önemli bir unsuru olmuş durumdadır. Başta enerji olmak üzere birçok sektör yatırımlarındaki hızlı artışlar, beraberinde büyük çevresel sorunları getirmiştir. Özellikle petrolün bulunmasıyla fosil yakıtlı bir dünyanın ortaya çıkması ve gelişmiş ülkelerin sanayi devriminden sonra kendi ülke sınırları içerisinde yapmış oldukları kalkınma çabaları sonucu dünyamız oldukça kirletilmiştir.
Kirlenmenin önüne geçmek ve küresel sıcaklık artışını sözde sınırlamak için 30-40 sene önceden dünya liderlerinin çok büyük bir bölümü Birleşmiş Milletler (BM) nezdinde bir araya gelmeye başlamışlardır. Adı Taraflar Konferansı (Conference of the Parties – COP) olan iklim zirveleri yine BM öncülüğünde organize edilerek ilki 1994 yılında gerçekleştirilmiştir. Ancak her sene düzenlenmekte olan iklim zirvelerinde, yaklaşık 30 yıldır hala iklim krizine karşı etkili adımlar atılamamıştır.
COP – İklim Zirveleri
1988 yılında Dünya Meteoroloji Örgütü ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) tarafından, insan faaliyetlerinin neden olduğu iklim değişikliğinin risklerini değerlendirmek üzere Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) kurulmuştur. Panelin başlıca faaliyetlerinden birisi Birleşmiş Milletler öncülüğünde imzalanan, küresel ısınmaya yönelik Hükümetlerarası ilk çevre sözleşmesi olan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin (BMİDÇS) uygulanmasına ilişkin konularda, özel raporlar yayınlamak ve teknik değerlendirmeler hazırlamaktır. Söz konusu sözleşme; insan kaynaklı çevresel kirliliklerin iklim üzerinde tehlikeli etkileri olduğunu kabul ederek atmosferdeki sera gazı oranlarını düşürmeyi ve bu gazların olumsuz etkilerini en aza indirerek belli bir seviyede tutmayı amaçlamaktadır.
Sözleşme, 1992 yılında Brezilya’nın Rio de Janerio kentinde düzenlenen “Rio Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda” imzaya açılmış ve ülkelerin onaylamasıyla 1994 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Sözleşmenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra her yıl “COP” olarak da adlandırılan Taraflar Konferansı düzenlenmektedir. Bu konferansların ilki olan Berlin Zirvesi’nde (COP-1) oluşturulan bir Protokol ile ülkelerin 2005 yılına kadar karbon salımlarını 1990 yılına göre yüzde 20 oranında azaltmaları hedeflenmiştir. Ancak Protokol kabul edilmemiş ve bunun yerine 2 yıllık bir sürecin başlatılma kararı alınmıştır.
1997 yılında Japonya’nın Kyoto şehrinde gerçekleştirilen 3. Taraflar Konferansı’nda (COP-3) Kyoto Protokolü kabul edilmiş olup, 2005 yılında yürürlüğe girebilmiştir. Protokol tüm dünyadaki 199 ülkeyi kapsamıştır. Kyoto Protokolü’nün, küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda mücadeleyi sağlamaya yönelik uluslararası ilk anlaşma olduğu kabul edilmektedir.
Kyoto Protokolü’nün 2020 yılında sona ermesinden sonra yerini alacak olan yeni anlaşma Paris Anlaşması ise 2015 yılında 21. İklim Konferansında (COP-21) onaylanmıştır. COP-3 ile COP-21 arasında her yıl iklim zirveleri gerçekleştirilmiş olup, yine birçok karar alınmaya devam edilmiştir. Ancak Paris Anlaşmasına kadar büyük ve gelişmiş ekonomisi olan devletler hiçbir zaman önemli taahhütlerde bulunmamışlardır.
Paris Anlaşması’nı dünya ülkelerinin yüzde 99’u imza altına almış olup, ilk defa gelişmiş ülkeler önemli taahhütlerde bulunmuştur. Ancak Anlaşmaya sadece dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 15’i önem vermiştir. Anlaşma ileküresel politika hedefi olarak belirlenen sıcaklık artışının 2 °C’nin de altında 1,5 °C’de tutulması amaçlanmış olmasına rağmen aksine dünyamız 21. yüzyılda 2.5 ºC’lik artışa doğru ilerlemiştir.
COP-27
197 ülkenin katılımıyla gerçekleştirilen son iklim zirvesi, 2022 yılında Afrika kıtasının en büyük ekonomilerinden biri olan Mısır’da düzenlenmiştir. Son yılların en çok kirleteni seçilen Coca Cola’nın ise zirvenin ana sponsoru olması COP 27’nin ciddiyetinin sorgulanmasına sebep olmuştur. İklim krizinin etkilerine karşı en savunmasız olan Afrika kıtasında yapılan zirvede birçok kararlar alınmış olmasına rağmen yine birçok konu sonuçsuz bırakılmıştır.
Önceki Taraflar Konferanslarında olduğu gibi bu zirve sonucunda da, sera gazı emisyonlarının azaltımı konusunda bir yaptırım kararı alınmamıştır. Tekrar azaltım konusunun altı çizilerek ülkelerin hedeflerinin güçlendirilmesi istenmiştir. Tüm zirvelerde tekrarlanan kömür kullanımının azaltılması son zirvede de istenmiş olmasına rağmen petrol ve petrol türevleri gündeme getirilmemiştir. Ayrıca 27. İklim Zirve’sinde de fosil kaynakların kullanılmasının azaltılması için herhangi bir karar alınmamıştır. Küresel Isınmanın en önemli sonuçlarından olan gıda güvenliği ve tarım için bir karar alınmadığı gibi bir çözüm de sunulmamıştır.
Türkiye’nin İklim Zirvelerindeki Yeri
Her sene ülkeler hazırladıkları sera gazı emisyon envanteri ve raporunu düzenli olarak Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Sekretaryası’na sunmaktadır. Sunulan raporlarda; enerji, binalar, ulaştırma, sanayi, atık, tarım, arazi kullanımı ve ormancılık sektörlerinde salınan emisyonlar hesaplanmaktadır. Türkiye, uluslararası tüm toplantılarda çevre ve iklim konularını tek başına düşünmemiş; başta enerji olmak üzere ulaşım, sanayi gibi sektörlerle birlikte hep ele almıştır. Her yıl Sera Gazı Emisyon Envanteri ve Raporunu, yaklaşık her dört yılda bir İklim Değişikliği Ulusal Bildirimini, BMİDÇS Sekretaryası’na sunmaktadır.
Özellikle her yıl 200’e yakın ülkenin katılım gösterdiği iklim değişikliği ile ilgili Taraflar Konferansı’na, Türkiye de istikrarlı bir şekilde katılmaktadır. Ancak birçok ülkenin gruplaştığı söz konusu konferanslarda, Türkiye; sanayileşme sürecini tamamlamamış ve gelişmekte olan bir ülke olarak sadece OECD üyesi olması nedeniyle, uluslararası iklim zirvelerinde ve karbon ticaretinde hak ettiği yeri henüz alamamıştır. Bugüne kadar atmosfere saldığı toplam emisyon miktarı, yıllık emisyon miktarları ve kişi başına emisyon oranları açısından OECD, AB ve dünya ülkeleri ortalamasının çok altındadır.
Türkiye, ilk defa Paris Anlaşması kapsamında Ulusal Katkı Niyet Beyanını (INDC), 2015 yılında BMİDÇS Sekretaryası ile paylaşmıştır. Buna göre; 2016 yılında, hedefini 2030 yılında referans senaryoda öngörülen artıştan yüzde 21 azaltım şeklinde belirlemiştir. Ulusal Katkı Niyet Beyanını’ndaki baz senaryoya göre 2030 yılında 1.175 MtCO2e salım öngörürken, atılacak adımlarla bu rakamı 929 MtCO2e’ye azaltacağını beyan etmiştir. Türkiye’nin, Sekretarya’ya sunduğu Ulusal Katkı Niyet Beyanı, birçok uzman ve kuruluş tarafından günümüz koşullarında gerçekçi görülmemiş olup, sürekli eleştirilmiştir. Nitekim 27. Taraflar Konferansında Ulusal Katkı beyanı güncellenmiştir. Buna göre; 2030 yılı için yüzde 21 olarak açıklanan artıştan azaltım hedefi yüzde 21’den yüzde 41’e yükseltilerek yaklaşık iki katı büyüklüğünde bir taahhütte bulunulmuştur. Böylece 2030 yılında yaklaşık 500 milyon ton emisyon azaltımı yapılmış olacaktır. Ayrıca en geç 2038 yılında ülke emisyonlarının tepe noktasına ulaşacağı bu tarihten sonra 2053 yılı net sıfır hedefi yolunda azaltıma geçileceği de belirtilmiştir.
Bu arada Türkiye, 2022 yılında yapılan 27. Taraflar Konferansı’nda, 2026 yılında yapılacak 31’inci İklim Değişikliği Taraflar Konferansı (COP31) için ev sahipliği adaylığına talip olduğunu ilan ederek, BM Sekretaryasına resmi başvuruda bulunacağını bildirmiştir.
İklim Değişikliği Performans İncelemesi
Bilim insanları, atmosferdeki karbondioksit miktarının 350 ppm’i (1,5 C°’lik sıcaklık artışına denk) geçmemesini söylerken, atmosferdeki karbondioksit yoğunluğu 413 ppm’e ulaşmıştır. Geldiğimiz durum nedeniyle 2 C° bir sıcaklık artışına denk düşen 450 ppm’i ise kırmızı çizgi olarak tanımlanmaktadır. Yılda yaklaşık 3 ppm’lik bir artış olduğu hesaba katılırsa, atmosfere karbondioksit salmayı kesmek için önümüzde çok az bir zaman kaldığını söyleyebiliriz.
UNEP tarafından hazırlanan Emisyon Açığı Raporuna göre; 1,5 derece hedefini karşılamasına yardımcı olmak için en zengin yüzde 1’lik kesimin, dünyanın mevcut emisyonlarını en az 30 kat azaltması gerekmektedir. Yine UNEP Emisyon Raporu’na göre; 2020-2030 yılları arasında her yıl yüzde 7,6 oranında azaltım yapılmazsa 1,5 C°’lik hedef yakalanamayacaktır. Böyle bir oranın tutturulması ise oldukça zordur.
İklim değişikliğinin yıkıcı etkilerinden korunmak için küresel karbon emisyonlarının da 2.900 GtCO2’yi aşmaması gerekmektedir. Buna küresel karbon bütçesi adı verilmektedir. Bu bütçenin 1.900 GtCO2’si, yani yüzde 65’i 2011 yılı itibariyle tüketilmiştir. Mevcut emisyon artış eğilimi devam ederse kalan 1.000 GtCO2‘in de 2050 yılından önce atmosfere salınacağı düşünülmektedir.
Küresel Atmosfer Araştırmaları Emisyon Veri Tabanı’nın (EDGAR-Emissions Database for Global Atmospheric Research) verilerine göre, 2021 yılı itibariyle dünyanın en çok sera gazı salımına sebep olan başlıca ülkeler sırasıyla; Çin, ABD, AB, Hindistan, Rusya ve Japonya’dır. Bu altı ülke dünya emisyonlarının yaklaşık yüzde 67’sinden sorumludur. Sera gazlarının % 32,03’üne Çin sebep olmaktadır. Çin’i % 12,55 ile ABD ve%7,33ile Avrupa Birliği takip etmektedir. Hindistan % 7 ile dördüncü sıradayken, ardından % 5,13 ile Rusya ve % 2,87 ile Japonya gelmektedir. Yine EDGAR verilerine göre; Türkiye 2021 yılında bir önceki yıla göre % 7,9’luk emisyon artışı ile en çok değişim gösteren ülke olmuştur.
Germanwatch, Uluslararası İklim Ağı ile New Climate Institute’ün ortaklaşa hazırladığı, İklim Değişikliği Performans Endeksi (Climate Change Performance Index-CCPI), 2005 yılından beri her yıl düzenli olarak Taraflar Konferanslarında açıklanmaktadır. En son COP-27’de açıklanan genel sıralamada Türkiye 63 ülke arasında 47. sırada yer almıştır. Yenilenebilir enerji potansiyeli ile bu kaynaklara yoğun yatırımları ve ayrıca Paris Anlaşması’nı Meclisinden geçirerek kabul etmesi sayesinde, önceki yıllara göre 5-6 basamak yükselebilmiştir. Endekste yüksek puan alan G20 ülkeleri arasında İngiltere (11.), Hindistan (8.) ve AB (19.) sırada yer almıştır. G20 ülkelerinin büyük bölümü endeksin alt sıralarında yer almaktadır. Suudi Arabistan (62.), Güney Kore (60.), Rusya (59.), Kanada (58.) ve Avustralya (55.) sırada yer almış olup, bu ülkelerin performansları “çok düşük” kategorisinde değerlendirilmiştir. Çin yeni kömür santrali projelerinin de etkisi ile 13 sıra gerileyerek 51., ABD ise 52. sırada yer almıştır.
TÜİK tarafından en son 2022 yılı Nisan ayında açıklanan verilere göre; Türkiye’nin 2020 yılı toplam sera gazı emisyon miktarı 523,9 MtCO2eolmuştur. Toplam sera gazı emisyonlarında en büyük payı % 70,2 ile enerji kaynaklı emisyonlar alırken, bunu sırasıyla % 14 ile tarım, % 12,7 ile endüstriyel işlemler ve ürün kullanımı ve % 3,1 ile atık sektörü takip etmiştir.
Türkiye’de kişi başı emisyonlar 1990 yılında 4 ton CO2e’den, 2020 yılında % 57 artışla 6,3 ton CO2e düzeyine ulaşmışken, AB ülkeleri ortalaması 9,09 ton CO2e düzeyinden 2020 yılı itibariyle 5,91 ton CO2e’ye düşerek, yaklaşık % 30 oranında azalmıştır. Yine 1990-2020 yılları arasında Türkiye’nin toplam sera gazı emisyonları 2020 yılında % 140’a yakın bir artışla 523,9 milyon ton CO2e düzeyine ulaşırken, aynı dönemde AB ülkelerinde bu oran % 30 dolayında azalmıştır (Kaynak: EDGAR).
Sonuç
18. Taraflar Konferansı (COP-18), 2012 yılında dünyada kişi başına karbon salımının en yüksek olduğu ülkelerden biri olan petrolzenginiKatar’ın başkenti Doha’da gerçekleşmiştir. Son iklim zirvesi COP-27 2022 yılı Kasım ayında Mısır’da gerçekleştirilmiştir. 2023 yılında gerçekleşecek COP-28 iklim zirvesi ise yine petrol zengini bir ülke olan Birleşik Arap Emirlikleri’nde yapılacaktır.
Küresel Atmosfer Araştırmaları Emisyon Veri Tabanına göre, ülkeler arasında en yüksek kişi başı emisyon miktarı sıralandığında; dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip olan ülkelerden Katar 35,64 ton, Birleşik Arap Emirlikleri 20,7 ton, Suudi Arabistan 16,96 ton, ardından gelişmiş ülkeler olarak Avustralya 15,22 ton, Kanada 14,43 ton ABD 13,68 ton ve GüneyKore 12,07 ton ile ilk sıralarda yer almaktadır. Petrol devi olan ülkeler ile sanayileşmiş büyük ekonomilere sahip ülkeler söz konusu iklim zirveleri için ev sahipliği yapma konusunda çok istekli olmalarına karşın çevre bilinci konusunda aynı duyarlılıkları göstermemişlerdir.
İklim zirvelerinde; gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere nazaran sera gazı emisyonlarını azaltmak için daha iddialı ulusal hedefler taahhüt etmeleri beklenmektedir. Büyük petrol üreticisi ülkeler küresel iklim anlaşmalarıyla fosil yakıt talebinin ve fiyatlarının azalacağından endişe ettiklerinden, bu anlaşmalara sıcak bakmamaktadırlar. Özellikle zengin ve sanayileşmesini tamamlamış ülkelerin kendi paylarına düşeni yapmadıkları için geri kalan diğer ülkeler de iklim değişiklikleri ile ilgili gerçek anlamda koruyucu bir anlaşmanın olacağı konusunda isteksizlik gösterebilmektedirler.
“Ayağımız gaz pedalında, iklim cehennemine giden bir otoyoldayız”
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres
COP 27, 2022
Kaynaklar
- Türkiye için Düşük Karbonlu Kalkınma Yolları ve Öncelikleri, WWF-İPM\İstanbul Politikalar
Merkezi Raporu,
- Dünya Meteorolojik Örgütü, WMO Statement on the State of the Global Climate in 2019,
- Küresel Isınma, Türkiye’nin Enerji Güvenliği ve Geleceğe Yönelik Enerji Politikaları, Işıl
Şirin Selçuk, Ankara Barosu,
- Sav M., Paris İklim Anlaşması’nın Türkiye Enerji Sektörüne Olası Etkileri, EPDK Uzman Gözüyle Enerji Dergisi, 2022
- https://edgar.jrc.ec.europa.eu/
- https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Sera-Gazi-Emisyon-Istatistikleri-1990-2020-45862
- https://ccpi.org/