ABD’nin Paris Anlaşması’ndan Çekilmesinin Siyasi Ekonomisi-Political Economy of the US withdrawal of the Paris Agreement

0
443

Serhan ÜNAL-TENVA Direktör

Serhan ÜNAL @Twitter

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) başkanı Trump, 1 Haziran’da ABD’nin, Paris iklim anlaşmasından çekileceğini açıkladı. Bu kararın iç ve dış ekonomi ve siyasetteki maliyet-fayda analizi, hem Trump’ın şahsi siyaset planlarını, hem de küresel ekonomik ve siyasi dengeleri nasıl gördüğünü göstermesi bakımından önemli. Temel tespitim, Trump’ın, oynadığı iki sahalı oyunda (iç ve dış sahalar), ekonomi ve siyasette, kısa vadeli iç parametreleri, dış parametrelerin önünde tuttuğu şeklinde.*

Aslında, uluslararası medyada yapılan birçok yorum, Trump’ın kararının kendi siyasi geleceği açısından hiç de rasyonel bir seçim olmadığını düşündürtüyor. Hatta, ABD’nin uzun vadeli çıkarları açısından da felaketler yaratacak bir karar olduğu akla geliyor. Ancak durum, adil bir iç ve dış siyasi ekonomi tahlili yapıldığında, pek de öyle görünmüyor. Kısa vadede Trump’ın kazanma ihtimali çok yüksekken, uzun vadede ülkenin zarar görme ihtimali çok yüksek değil.

İç siyaset açısından bakıldığında, bu kararın Trump açısından ciddi bir maliyet taşımadığı iddia edilebilir. Hatta, seçim kampanyasının ilk gününden beri yaratmaya çalıştığı ‘sözünün eri’ imajını kuvvetlendirmesi yönünden, bu kararın iç siyasette maliyetten ziyade fayda yaratan bir karar olduğu dahi savunulabilir. Trump, anlaşmadan çekileceğini zaten en başından beri söylüyordu ve Amerikan milli iradesi, bunu bile bile kendisini seçti. Kısaca, bu karardan ötürü Trump’ın seçmen kaybetmesi olası gözükmemekte. Üstelik, Türk siyasetinden aşina olduğumuz bir süreç daha işlemekte: Kutuplaşma siyaseti. Trump’ın her kararı, ona karşı olanları daha da kızdırırken, kendi cephesinde, omuzlar birbirine yaklaşmakta. Yani, Trump’ın seçmenleri arasında, icraatı sebebiyle karar değiştirecek büyük bir kitle gözükmüyor. Fazladan, ‘sözünün eri’ imajı sayesinde, karşı taraftan çalabileceği oylar da, iç siyasette fayda hanesine yazılmakta. Bir sonraki başkanlık seçimine daha güçlü girmek, Trump’ın ana hedefi gibi görünmekte. Kısaca, Trump’ın kararının, birçok yorumun aksine, dahili siyasette ona güç kazandıran karlı bir yatırım olarak okunması daha akla yatkın.

Dış siyaset nazarından, kısa vadedeki etkiler hasarsız atlatılabilir gözükse de, uzun vadede, müstakbel ABD başkanlarının uğraşmak zorunda kalacağı birçok meselenin tohumu atılıyor olabilir. Öncelikle, Ivanka Trump’ın da dikkat çektiği, ABD’nin manevi/ahlaki otoritesinde aşınma riski, gerçek bir risk. ABD iklim konusunda söylem ve eylem düzeyinde geride kalarak, ‘yeşil yumuşak güç’ alanında özellikle Çin’e alan bırakmakta ve Çin, uzun vadede, bu alanda nüfuz sahibi olabilir. Ancak, nüfuzun bir fiyatı vardır. Diğer bir deyişle, Çin’in nüfuz artırıcı çabaları, yüksek harcama kalemleri olarak baş gösterecektir ve bu da, Çin’in Amerikan ekonomik ve askeri gücünü dengelemek için daha az kaynak ayırabilmesi demektir. Diğer taraftan ABD, iklim meselesinde, masadan kalkmayı seçerek pazarlık imkanlarını önemli ölçüde azaltmış oldu. Fakat bu, ya Trump’ın ikinci başkanlık döneminde uğraşacağı bir sorun olacak, ya da Trump’tan sonra başka bir başkanın uğraşacağı bir sorun olacak. İlk durumda Trump zaten istediğini alacağı için bir sorun yok; ikinci durumda ise, Trump’ın aktif siyasi hayatı (muhtemelen) biteceği için, yine bir sorun yok!

Ekonomi açısından Trump, kampanyasının ilk günlerinden beri, büyük çaplı bayındırlık projelerinin de sayesinde ekonomik canlanmayı hissedilir kılacağını, işsizlikle daha iyi mücadele edeceğini ve Amerikan işgücünün çıkarlarını koruyacağını iddia etti. Paris anlaşmasından çekilerek ABD hem vaat ettiği mali yardımlardan hem de muhtemel harcama kalemlerinden kurtulmuş olacak. Bütün bunlar, Trump’ın ekonomik vaatlerini uygulayabilmesi için bir basamak oluşturabilir. İlerde Trump başkanlığı ikinci kez kazanabilirse, kendi yarattığı problemleri çözmeye odaklanmasında bir engel kalmayacak. Uzun vadede, ABD’nin yeni gelişen teknoloji alanlarında geri kalacağı iddiası ise muğlak bir tez; tarihsel örnekler bu iddiayı doğrulamıyor. ABD’nin geçmişte Kyoto protokolünden çekilmesi, ülkenin yeşil teknolojiler üretme konusunda geriye düşmesine neden olmadı.

Bu durumun altında iki etken yatmakta. İlki, iklim alanındaki söylem gücünü rakiplerine kaptırsa dahi ABD, hala zeki beyinleri kendine çekme cazibesini korumaya devam edecek. Basit bir soru: Parlak beyinler, imkanları olsa Çin’de mi, yoksa Amerika’da mı yaşamayı/çalışmayı tercih ederler? Cevap, bugün olduğu gibi, öngörülebilir bir gelecekte de Amerika olmaya devam edecek. İkincisi, ABD’nin teknoloji geliştirmekte geri kalacağı iddiası, temelde, yeşil teknolojiler konusunda Amerikan iç talebinin zayıflayacağı ve ülkenin bu alanda geliştireceği teknolojilerin, talep azlığından muzdarip olacağı öngörüsüne dayanmakta. Halbuki, artık teknolojiler tek bir ülkenin pazarı için geliştirilmiyor. Her sektörde pazar küresel ve yeşil teknolojilerin küresel pazarı olduğu müddetçe, Amerikan şirketleri bu pazarı ıskalamayacaklardır. Hatta ABD, küresel iklim teknolojileri pazarının genişletilmesi konusunda, bir ‘free rider’ haline dahi gelebilir.

Hülasa, Trump’ın tercihleri, kısa vadeli neticeleri daha belirgin olan dahili parametrelerin, uzun vadeli etkileri muğlak olan harici parametrelere baskın çıktığını gösteriyor. Kendi siyasi geleceği açısından rasyonel bir karar olan bu durum, ne yazık ki küresel iklim hedefleri üzerinde olumsuz etki yapacak. Ancak, egemen devletler dünyasında hiçbir devlet, iklimi korumak için ahlaki bir pencereden yargılanamıyor maalesef. Gözüken, artık iklim değişikliği sorununun, daha kısa vadede oy getiren ‘temiz hava’ meselesine doğru evirileceği.

Son not olarak şunu belirtmekte fayda var. ABD, önceki başkan Obama döneminde, senato onayı olmaksızın, tek kişinin imzası ile Paris anlaşmasına dahil olmuştu; şimdi ise, yine tek kişinin imzası ile çıkmakta. Obama zamanında, tek kişinin imzasıyla Paris anlaşmasının kabulünü eleştirmeyenler, bugün tek kişinin imzasıyla çıkılmasını eleştirmekte. Elbette hem giriş, hem de çıkış kararı, toplumun değişik kesimlerinin talebi dinlenerek alındı. Ancak kurumlara değil, kişilere bağlı sistemlerdeki istikrarsızlığı göstermesi açısından, bu durum önemli bir örnek.

*”Bu yazı Enerji Panorama dergisinin Haziran 2017 tarihli sayısı için özel hazırlanmış ve yayınlanmıştır. Yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Türkiye Enerji Vakfı’na aittir. Tekrar yayınlanması halinde kaynak gösterilerek bu sayfaya aktif bağlantı sağlanması zorunludur.”*Turkish article.

Serhan ÜNAL-TENVA Direktör

Serhan ÜNAL @Twitter

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) başkanı Trump, 1 Haziran’da ABD’nin, Paris iklim anlaşmasından çekileceğini açıkladı. Bu kararın iç ve dış ekonomi ve siyasetteki maliyet-fayda analizi, hem Trump’ın şahsi siyaset planlarını, hem de küresel ekonomik ve siyasi dengeleri nasıl gördüğünü göstermesi bakımından önemli. Temel tespitim, Trump’ın, oynadığı iki sahalı oyunda (iç ve dış sahalar), ekonomi ve siyasette, kısa vadeli iç parametreleri, dış parametrelerin önünde tuttuğu şeklinde.*

Aslında, uluslararası medyada yapılan birçok yorum, Trump’ın kararının kendi siyasi geleceği açısından hiç de rasyonel bir seçim olmadığını düşündürtüyor. Hatta, ABD’nin uzun vadeli çıkarları açısından da felaketler yaratacak bir karar olduğu akla geliyor. Ancak durum, adil bir iç ve dış siyasi ekonomi tahlili yapıldığında, pek de öyle görünmüyor. Kısa vadede Trump’ın kazanma ihtimali çok yüksekken, uzun vadede ülkenin zarar görme ihtimali çok yüksek değil.

İç siyaset açısından bakıldığında, bu kararın Trump açısından ciddi bir maliyet taşımadığı iddia edilebilir. Hatta, seçim kampanyasının ilk gününden beri yaratmaya çalıştığı ‘sözünün eri’ imajını kuvvetlendirmesi yönünden, bu kararın iç siyasette maliyetten ziyade fayda yaratan bir karar olduğu dahi savunulabilir. Trump, anlaşmadan çekileceğini zaten en başından beri söylüyordu ve Amerikan milli iradesi, bunu bile bile kendisini seçti. Kısaca, bu karardan ötürü Trump’ın seçmen kaybetmesi olası gözükmemekte. Üstelik, Türk siyasetinden aşina olduğumuz bir süreç daha işlemekte: Kutuplaşma siyaseti. Trump’ın her kararı, ona karşı olanları daha da kızdırırken, kendi cephesinde, omuzlar birbirine yaklaşmakta. Yani, Trump’ın seçmenleri arasında, icraatı sebebiyle karar değiştirecek büyük bir kitle gözükmüyor. Fazladan, ‘sözünün eri’ imajı sayesinde, karşı taraftan çalabileceği oylar da, iç siyasette fayda hanesine yazılmakta. Bir sonraki başkanlık seçimine daha güçlü girmek, Trump’ın ana hedefi gibi görünmekte. Kısaca, Trump’ın kararının, birçok yorumun aksine, dahili siyasette ona güç kazandıran karlı bir yatırım olarak okunması daha akla yatkın.

Dış siyaset nazarından, kısa vadedeki etkiler hasarsız atlatılabilir gözükse de, uzun vadede, müstakbel ABD başkanlarının uğraşmak zorunda kalacağı birçok meselenin tohumu atılıyor olabilir. Öncelikle, Ivanka Trump’ın da dikkat çektiği, ABD’nin manevi/ahlaki otoritesinde aşınma riski, gerçek bir risk. ABD iklim konusunda söylem ve eylem düzeyinde geride kalarak, ‘yeşil yumuşak güç’ alanında özellikle Çin’e alan bırakmakta ve Çin, uzun vadede, bu alanda nüfuz sahibi olabilir. Ancak, nüfuzun bir fiyatı vardır. Diğer bir deyişle, Çin’in nüfuz artırıcı çabaları, yüksek harcama kalemleri olarak baş gösterecektir ve bu da, Çin’in Amerikan ekonomik ve askeri gücünü dengelemek için daha az kaynak ayırabilmesi demektir. Diğer taraftan ABD, iklim meselesinde, masadan kalkmayı seçerek pazarlık imkanlarını önemli ölçüde azaltmış oldu. Fakat bu, ya Trump’ın ikinci başkanlık döneminde uğraşacağı bir sorun olacak, ya da Trump’tan sonra başka bir başkanın uğraşacağı bir sorun olacak. İlk durumda Trump zaten istediğini alacağı için bir sorun yok; ikinci durumda ise, Trump’ın aktif siyasi hayatı (muhtemelen) biteceği için, yine bir sorun yok!

Ekonomi açısından Trump, kampanyasının ilk günlerinden beri, büyük çaplı bayındırlık projelerinin de sayesinde ekonomik canlanmayı hissedilir kılacağını, işsizlikle daha iyi mücadele edeceğini ve Amerikan işgücünün çıkarlarını koruyacağını iddia etti. Paris anlaşmasından çekilerek ABD hem vaat ettiği mali yardımlardan hem de muhtemel harcama kalemlerinden kurtulmuş olacak. Bütün bunlar, Trump’ın ekonomik vaatlerini uygulayabilmesi için bir basamak oluşturabilir. İlerde Trump başkanlığı ikinci kez kazanabilirse, kendi yarattığı problemleri çözmeye odaklanmasında bir engel kalmayacak. Uzun vadede, ABD’nin yeni gelişen teknoloji alanlarında geri kalacağı iddiası ise muğlak bir tez; tarihsel örnekler bu iddiayı doğrulamıyor. ABD’nin geçmişte Kyoto protokolünden çekilmesi, ülkenin yeşil teknolojiler üretme konusunda geriye düşmesine neden olmadı.

Bu durumun altında iki etken yatmakta. İlki, iklim alanındaki söylem gücünü rakiplerine kaptırsa dahi ABD, hala zeki beyinleri kendine çekme cazibesini korumaya devam edecek. Basit bir soru: Parlak beyinler, imkanları olsa Çin’de mi, yoksa Amerika’da mı yaşamayı/çalışmayı tercih ederler? Cevap, bugün olduğu gibi, öngörülebilir bir gelecekte de Amerika olmaya devam edecek. İkincisi, ABD’nin teknoloji geliştirmekte geri kalacağı iddiası, temelde, yeşil teknolojiler konusunda Amerikan iç talebinin zayıflayacağı ve ülkenin bu alanda geliştireceği teknolojilerin, talep azlığından muzdarip olacağı öngörüsüne dayanmakta. Halbuki, artık teknolojiler tek bir ülkenin pazarı için geliştirilmiyor. Her sektörde pazar küresel ve yeşil teknolojilerin küresel pazarı olduğu müddetçe, Amerikan şirketleri bu pazarı ıskalamayacaklardır. Hatta ABD, küresel iklim teknolojileri pazarının genişletilmesi konusunda, bir ‘free rider’ haline dahi gelebilir.

Hülasa, Trump’ın tercihleri, kısa vadeli neticeleri daha belirgin olan dahili parametrelerin, uzun vadeli etkileri muğlak olan harici parametrelere baskın çıktığını gösteriyor. Kendi siyasi geleceği açısından rasyonel bir karar olan bu durum, ne yazık ki küresel iklim hedefleri üzerinde olumsuz etki yapacak. Ancak, egemen devletler dünyasında hiçbir devlet, iklimi korumak için ahlaki bir pencereden yargılanamıyor maalesef. Gözüken, artık iklim değişikliği sorununun, daha kısa vadede oy getiren ‘temiz hava’ meselesine doğru evirileceği.

Son not olarak şunu belirtmekte fayda var. ABD, önceki başkan Obama döneminde, senato onayı olmaksızın, tek kişinin imzası ile Paris anlaşmasına dahil olmuştu; şimdi ise, yine tek kişinin imzası ile çıkmakta. Obama zamanında, tek kişinin imzasıyla Paris anlaşmasının kabulünü eleştirmeyenler, bugün tek kişinin imzasıyla çıkılmasını eleştirmekte. Elbette hem giriş, hem de çıkış kararı, toplumun değişik kesimlerinin talebi dinlenerek alındı. Ancak kurumlara değil, kişilere bağlı sistemlerdeki istikrarsızlığı göstermesi açısından, bu durum önemli bir örnek.

*”Bu yazı Enerji Panorama dergisinin Haziran 2017 tarihli sayısı için özel hazırlanmış ve yayınlanmıştır. Yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Türkiye Enerji Vakfı’na aittir. Tekrar yayınlanması halinde kaynak gösterilerek bu sayfaya aktif bağlantı sağlanması zorunludur.”

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz