“Suudi Arabistan’dan İran’a dönen Ortadoğu enerji aksında Türkiye”-“Turkey and Middle East Energy Axis that returning from Saudi Arabia to Iran”

0
438

Enerji kaynaklarının bir toplumda özellikle uluslararası anlamda İran’daki kadar çok sosyal ve politik hareketliliğe yol açması durumu nadir görülen bir durumdur. 2016 yılı Ocak ayının bu ülke için yeni bir dönemin başlangıcı olduğu ise su götürmez bir gerçek.*

Ocak 2016’da Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) İran’ın nükleer anlaşma kapsamında gerekli adımları tamamladığını kabul etti ve bu ülkeye, uranyum zenginleştirerek nükleer silah üretmesi ihtimali nedeniyle uygulanan uluslararası yaptırımların kaldırılmasına yol açacak nihai rapor ABD, AB ve BM tarafından imzalandı.

Böylece, dünyanın en önemli doğalgaz ve petrol rezervlerine sahip ülkelerinden biri olan İran’ın dünya enerji pazarına tekrar girmesinin de önü açılmış oldu. ABD Başkanı Obama ise yaptırımların kalkmasının ardından yaptığı açıklamada, diplomasi ile nelerin mümkün olduğunun bir kez daha görüldüğünü söyledi.

Ancak, Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nde başı çeken ve yüksek tuttuğu arz ile petrol fiyatlarını düşürdüğü söylenen Suudi Arabistan, İran ile batılı ülkeler arasındaki yakınlaşmadan hiç ama hiç hoşnut olmadı. Yaptırımların kaldırılmasının beklendiği dönemde, Şii bir din adamının Suudi Arabistan tarafından idam edildiğinin duyurulması ve sonrasında İran’da Suudi Arabistan’a ait konsolosluk ve büyükelçiliklere saldırılar şeklinde yaşanan olaylar, yaptırımlar sonrasında neler olacağının da sinyallerini vermeye başlamıştı.

İran’daki idam üzerine düzenlenen gösteriler sırasında yaşanan taşkınlıklar, Suudi Arabistan’ın büyükelçiliğine saldırılması seviyesine geldi. 1979 yılında Tahran’da ABD Büyükelçiliği’nin basılması ve çalışanlarının rehin alınması ile devam eden olaylar hatırlandığında, son yaşanan olaylar, İran’da bazı şeylerin hiç değişmediğinin de göstergesi olabilir.

İran’a uygulanan yaptırımların kaldırılması ve bu ülkenin Suudi Arabistan ile uzun süredir yaşadığı gizli veya açık krizlerin, yaptırımların kalkması ile eş zamanlı olarak tekrar gün yüzüne çıkması, uluslararası arenada da önemli değişikliklere yol açacak.

Enerji Panorama olarak, 2016’nın başlangıcı itibariyle İran’ın tekrar pazara girişinin ne gibi değişikliklere yol açacağı, bazı önde gelen batılı ülkelerin yaklaşık 100 yıldır süren siyasetlerinde nasıl değişikliklere gittiğini ve yeni süreçte Türkiye’nin yakalayabileceği fırsatları derlemeye çalıştık.

İran

İran, 2012 yılında küresel ekonomik sistemden ABD, AB ve BM’nin onayı ile ayrıştırıldı. Böylece, enerji, finans, bankacılık gibi sektörleri bu ayrıştırma sonrasında ciddi hasarlar alan İran’ın ekonomisi küçüldü. Bunun sonucunda ülkedeki yatırımlar dururken, yabancı yatırımcı da ülkeyi terk etti. Enerji sektöründe verimliliğin ve karlılığın olmazsa olmazı teknoloji de böylece geriledi.

Yüksek eğitim düzeyine sahip ve batılı anlamda müreffeh bir yaşam sürdürme isteğine sahip genç nüfusu ile İran’ın, 80 milyondan fazla insanın hayatını idame ettiren ekonomisi halen doğalgaz ve petrol gelirlerine bağımlı.

Mesele bu açıdan incelendiğinde, İran doğalgaz rezervleriyle dünyada 2. Petrol’de ise 4. Sırada yer alıyor. Ancak yaptırımlar nedeniyle gerileyen teknoloji ve altyapı yatırımları bu rezervlerden elde edilecek gelirin önünü tıkamış durumda. Bu nedenledir ki, yaptırımların kalkacağının anlaşılması üzerine ülkenin kapısında sıralanan ülkelerin heyetlerinde, büyük oranda enerji şirketlerinin kadroları yer aldı.

70751Iran-Turkey

İran’ın geçmişte sattığı petrolün karşılığında alacağı paraya yaptırımlarla birlikte el konulmuştu. 100 milyar doların üzerindeki bu paranın tekrar İran’a dönmesi ile birlikte yaptırımların kaldırılmasının olumlu anlamdaki ilk etkileri görülmeye başlanacak.

Petrol ve doğalgaz ihracatı açısından bakıldığında ise petrolün daha hızlı gelir sağlaması nedeniyle, İran için öncelikli olacağı öngörülüyor. İran halihazırda ciddi miktarda petrol depolamış durumda ve bunu uluslararası piyasaya sunmaya hazırlanıyor.

Fakat, İran ekonomisi için en büyük girdiyi sağlayacağı düşünülen enerji sektöründe doğalgazın önümüzdeki bir 10 sene daha oyun değiştirici anlamda etkili olamayacağı görüşü hakim. Bu tespitin öne çıkmasındaki en önemli etken ise İran’daki petrol ve doğalgaz sektöründe elzem olan teknolojinin ciddi anlamdaki yetersizliği.

Yaptırımlar sonrasında, havacılık, otomotiv, turizm, telekomünikasyon, inşaat gibi birçok alanda ciddi miktarda atılım gerçekleştirmesi beklenen İran için belirleyici olacak enerji gelirleri, bölgesinde yaşayacağı birçok sorunla da engellenme ihtimali ile yüzleşiyor. Bu sorunların başında ise Suudi Arabistan’la yaşayabileceği krizler geliyor.

Suudi Arabistan: 1 taşla 3 kuş…

Petrol fiyatlarındaki düşüşün başlamasından bu yana bu düşüşün arkasında gösterilen neden, konjonktürel amaçlara göre yorumlandı. Arz talep dengesinin petrol fiyatını belirlediği klasik ön kabulü ile Suudi Arabistan’ın üretimi sürekli yüksek tutarak fiyatları düşürdüğü savunuldu.

Bu argümandan hareket edilerek, Suudi Arabistan’ın ABD’deki kaya petrolü ve gazı devriminin ardından artan üretimi ve azalan Ortadoğu petrolüne bağımlılığın önüne geçmek istediği öne sürüldü. Bu sektörde çalışan ABD’li şirketlerin gelirlerini düşürerek zayıflatmak sonrasında da satın alarak ABD’deki üretim yükselişine dahil olmak istediği savı işlendi.

orta-dogu

İkinci olarak, Rusya’nın Kırım’ı ilhakı sonrasında uygulanan yaptırımlar vasıtasıyla gelirlerinin düşürülerek köşeye sıkıştırılması için petrol fiyatlarının düşürüldüğü iddia edildi.

Üçüncüsü de, düşük petrol fiyatları ile yaptırımlar sonrası İran’ın tekrar pazara girdiğinde olabildiğince düşük karlar elde etmeye zorlanarak, Şii-Sünni mücadelesinde geriye düşürülmek istenmesi olarak yorumlandı.

Şu anki durumda ise Suudi Arabistan’ın sahip olduğu iddia edilen bu üç amacın tam anlamıyla gerçekleşemediği bir durum söz konusu.

ABD’de geleneksel olmayan yöntemlerle üretim yapılan kuyularda beklenen miktarda bir düşüş olmadı. Bu üretim metoduna sahip şirketlerde de büyük iflaslar ya da satın almalar görülmedi.

Suudi Arabistan her ne kadar Rusya’nın bazı petrol pazarlarını orta vadeli kontratlarla elde etmiş gözükse de yüksek bir pazar payı değişimi yaşanmadı.

İran’dan gelen “petrol fiyatı yükselmese de uluslararası piyasaya petrol arz edeceğiz” açıklamaları ise, fiyatların daha da düşeceği tahminlerini doğuruyor.

Tüm bu girişimlerin büyük sonuç vermemesinin yanı sıra, petrol üretim maliyetlerinin çok düşük olduğu Suudi Arabistan’daki yönetiminin endişeleri sadece pazar payını ve gelirlerini kaybetmekle sınırlı olmayabilir. Çünkü Suudiler için hayati olan aksta, yani ABD’nin Ortadoğu politikasında büyük bir değişiklik gerçekleşiyor.

ABD, Riyad’dan Tahran’a kayıyor

Kırım’ın ilhakı sonrasında ABD’den bu hamleye geri adım attırıcı anlamda bir karşı hamle gelmemesi, Mısır’da yıllarca ABD ile “yakın işbirliği” içerisinde çalışan Hüsnü Mübarek’in düşüşüne “göz yumulması” ve ABD’nin Ortadoğu petrolüne olan bağımlılığının yüzde 20’lerin altına düşmesi, Suudi yönetimini kaygılandıran nedenlerden bazıları.

ABD Başkanı Obama’nın da, tıpkı Richard Nixon’ın 1972’de Çin’e giden ABD Başkanı olması gibi, Tahran’a giden ABD Başkanı olarak tarihe geçmek istediği biliniyor. Obama’nın tarihe geçmek istediği diğer bir konu ise Amerikan askerlerini Ortadoğu’dan çeken başkan olmak. Bu da Suudi Arabistan için bölgedeki yüksek askeri desteğin kaybı manasına geliyor.

Öte yandan, Obama İran’a uygulanan yaptırımların kaldırılması anlaşması için ABD’deki en güçlü iki lobi olan Yahudi ve petrol lobileri ile çarpıştı ve kazandı. Bunun karşılığında da İran yönetiminden yaptırımlar sonrasında ABD’li şirketlere öncelik tanınmasının istendiği belirtiliyor.

ABD enerji şirketleri açısından bakıldığında, kaya gazı ve petrolü üretimindeki maliyetler hala yüksek düzeyde. Petrol ve doğalgaz üretim maliyetinin çok daha düşük, rezervlerin ise ciddi miktarda yüksek olduğu İran, bu şirketler için önemli bir ivme yaratacaktır. Petrol lobisi açısından bu durum yenilginin kabullenilmesini sağlamış olabilir. Yahudi lobisi açısından bakıldığında, “batı ile entegre olmuş bir İran, İsrail’in güvenliğine daha az tehdit oluşturur” tezi İsrail için ne kadar yeterli olur bunu zaman gösterecek.

Mezhepsel bir çerçeveden bakıldığında, Şii dünyasının batı nazarında Sünnilere göre öne çıktığı yorumları sıklaşırken, ABD, Rusya ve Çin açısından bakıldığında, Suriye, Kafkasya ve Doğu Türkistan gibi bölgelerde bu ülkelerin Şii “unsurlardan” destek alma seçeneğini değerlendirdikleri belirtiliyor.

Enerji ekseninde devam edildiğinde, Avrupa’da oluşan büyük doğalgaz pazarının en büyük tedarikçilerinin gelecekte sıvılaştırılmış doğalgaz taşımacılığı ile ABD ve Avustralya olması bekleniyor. Bu rekabeti sarsabilecek boyutlardaki doğalgaz miktarı ise sadece İran’da mevcut. ABD’nin İran’da mevcut arama ve üretim faaliyetlerinde bir şekilde entegre olarak alabileceği pazar payı bu yüzden de önemli.

İran ve Suudi Arabistan açısından bakıldığında, ABD’nin jeopolitik tercihlerinin kayma yarattığı bir döneme giriliyor. Ebedi ittifakların değil, ebedi çıkarların olduğu uluslararası ilişkilerde, enerji jeopolitiğinin doğru okunması, Türkiye’nin dış politikasına ve ekonomisine ciddi katkılar sağlayabilir.

nato

– Bölgedeki aks değişimi ve Türkiye

NATO’nun en güçlü üyesi ABD’nin son 15 yılı düşünüldüğünde bölgedeki tutumunda ciddi bir değişiklik görmek mümkündür. 11 Eylül sonrasında ABD’nin Neocon idarecileri Irak’ın ardından, Suriye ve İran’a karşı da operasyona girişmek istediklerini açıkça belirtiyorlardı.

İçinde bulunduğumuz günlerde ise İran’ın batıya açılmasındaki diplomasi sürecinde öncü rol oynayan bir ABD var. Bölgede tüm dünyayı ilgilendiren bir çatışmaya dönüşen Suriye’de ise vekil savaşları ile bizzat ülkelerin giriştiği savaşların karışımı melez bir savaş devam ediyor.

ABD’nin Ortadoğu’da yöneldiği yeni politikalar, bazı oyun değişikliklerini de yanında getirebilir. Bunların en önemlisi de İran’ın Avrupa gaz pazarına önümüzdeki 10 yıl içerisinde ciddi bir oyuncu olarak girmesidir. Böyle bir gelişmede Türkiye, coğrafyası gereği doğal olarak öne çıkacaktır.

Doğu Akdeniz, Kuzey Irak ve Azerbaycan’daki doğalgaz kaynakları Türkiye’nin doğalgaz arz güvenliğinin sağlanmasında gereklidir. Ancak Avrupa, özellikle kuzey Avrupa’nın doğalgaz arz güvenliğinin sağlanmasında, Rusya’ya boru gazında alternatif olabilmek için, İran gibi büyük bir kaynağa ihtiyaç vardır.

TANAP’ın oluşturulmasında Azerbaycan ve Şahdeniz’deki çalışmaları Türkiye’ye önemli tecrübeler kazandırmıştır, çünkü doğalgazın çıkarıldığı sahada yani arama ve üretim faaliyetlerinde söz sahibi olmadan, iletiminde söz sahibi olmanın pek mümkün olmadığı anlaşılmıştır.

Bu sebeple Türk milli petrol şirketi Türkiye Petrollerinin İran’da gerçekleştirilebileceği arama ve üretim faaliyetlerine önem vermek gerekmektedir. Eğer Türkiye, dünyanın 2. büyük doğalgaz rezervlerine sahip İran’ın sahip olduğu gazı Avrupa’ya yalnızca bir transit ülke olarak değil, aynı zamanda gazın gazla rekabet edebileceği bir hub özelliği kazanarak doğalgazı Avrupa’ya iletmek ve bu ticaretten kazanımlar elde etmek istiyorsa, bizzat doğalgazın İran’da çıkarılması faaliyetlerinde de bulunmak durumundadır.

Sonuç olarak, Suudi Arabistan ve İran arasında mezhep ve enerji ana başlıkları altında devam eden anlaşmazlıklar, doğal bir süreç olarak görülebilir. Ancak Türkiye açısından bu anlaşmazlıkların herhangi birinin içerisinde bulunmak, gelecekte enerji, özelde doğalgaz işbirliğinden gelebilecek jeopolitik faydaları kaçırmayla ya da sonu olmayan mezhepsel çatışmaların içine çekilmeyle sonuçlanabilir. Bu yüzden Türkiye, sadece enerji alanında değil daha birçok alanda da aktif bir ticari girişimcilik gösterebileceği İran’daki fırsatları iyi değerlendirmelidir.

İki ülke özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından gerçek anlamda iyi ilişkiler geliştirmiştir. İran’ın Türkiye ile ilişkileri, İran’ın batıyla olan ilişkileriyle paralel seyretmiştir. Bu genel gidişattan hareketle, batıyla tekrar yakınlaşan İran ile Türkiye ilişkilerinde görülebilecek gelişmeler sürpriz olmayacaktır.

*”Bu yazı Enerji Panorama dergisinin Şubat 2016 tarihli sayısı için özel hazırlanmış ve yayınlanmıştır. Yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Türkiye Enerji Vakfı’na aittir. Tekrar yayınlanması halinde kaynak gösterilerek bu sayfaya aktif bağlantı sağlanması zorunludur.”

“This article was published in Turkish”
Enerji kaynaklarının bir toplumda özellikle uluslararası anlamda İran’daki kadar çok sosyal ve politik hareketliliğe yol açması durumu nadir görülen bir durumdur. 2016 yılı Ocak ayının bu ülke için yeni bir dönemin başlangıcı olduğu ise su götürmez bir gerçek.*

Ocak 2016’da Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) İran’ın nükleer anlaşma kapsamında gerekli adımları tamamladığını kabul etti ve bu ülkeye, uranyum zenginleştirerek nükleer silah üretmesi ihtimali nedeniyle uygulanan uluslararası yaptırımların kaldırılmasına yol açacak nihai rapor ABD, AB ve BM tarafından imzalandı.

Böylece, dünyanın en önemli doğalgaz ve petrol rezervlerine sahip ülkelerinden biri olan İran’ın dünya enerji pazarına tekrar girmesinin de önü açılmış oldu. ABD Başkanı Obama ise yaptırımların kalkmasının ardından yaptığı açıklamada, diplomasi ile nelerin mümkün olduğunun bir kez daha görüldüğünü söyledi.

Ancak, Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nde başı çeken ve yüksek tuttuğu arz ile petrol fiyatlarını düşürdüğü söylenen Suudi Arabistan, İran ile batılı ülkeler arasındaki yakınlaşmadan hiç ama hiç hoşnut olmadı. Yaptırımların kaldırılmasının beklendiği dönemde, Şii bir din adamının Suudi Arabistan tarafından idam edildiğinin duyurulması ve sonrasında İran’da Suudi Arabistan’a ait konsolosluk ve büyükelçiliklere saldırılar şeklinde yaşanan olaylar, yaptırımlar sonrasında neler olacağının da sinyallerini vermeye başlamıştı.

İran’daki idam üzerine düzenlenen gösteriler sırasında yaşanan taşkınlıklar, Suudi Arabistan’ın büyükelçiliğine saldırılması seviyesine geldi. 1979 yılında Tahran’da ABD Büyükelçiliği’nin basılması ve çalışanlarının rehin alınması ile devam eden olaylar hatırlandığında, son yaşanan olaylar, İran’da bazı şeylerin hiç değişmediğinin de göstergesi olabilir.

İran’a uygulanan yaptırımların kaldırılması ve bu ülkenin Suudi Arabistan ile uzun süredir yaşadığı gizli veya açık krizlerin, yaptırımların kalkması ile eş zamanlı olarak tekrar gün yüzüne çıkması, uluslararası arenada da önemli değişikliklere yol açacak.

Enerji Panorama olarak, 2016’nın başlangıcı itibariyle İran’ın tekrar pazara girişinin ne gibi değişikliklere yol açacağı, bazı önde gelen batılı ülkelerin yaklaşık 100 yıldır süren siyasetlerinde nasıl değişikliklere gittiğini ve yeni süreçte Türkiye’nin yakalayabileceği fırsatları derlemeye çalıştık.

İran

İran, 2012 yılında küresel ekonomik sistemden ABD, AB ve BM’nin onayı ile ayrıştırıldı. Böylece, enerji, finans, bankacılık gibi sektörleri bu ayrıştırma sonrasında ciddi hasarlar alan İran’ın ekonomisi küçüldü. Bunun sonucunda ülkedeki yatırımlar dururken, yabancı yatırımcı da ülkeyi terk etti. Enerji sektöründe verimliliğin ve karlılığın olmazsa olmazı teknoloji de böylece geriledi.

Yüksek eğitim düzeyine sahip ve batılı anlamda müreffeh bir yaşam sürdürme isteğine sahip genç nüfusu ile İran’ın, 80 milyondan fazla insanın hayatını idame ettiren ekonomisi halen doğalgaz ve petrol gelirlerine bağımlı.

Mesele bu açıdan incelendiğinde, İran doğalgaz rezervleriyle dünyada 2. Petrol’de ise 4. Sırada yer alıyor. Ancak yaptırımlar nedeniyle gerileyen teknoloji ve altyapı yatırımları bu rezervlerden elde edilecek gelirin önünü tıkamış durumda. Bu nedenledir ki, yaptırımların kalkacağının anlaşılması üzerine ülkenin kapısında sıralanan ülkelerin heyetlerinde, büyük oranda enerji şirketlerinin kadroları yer aldı.

70751Iran-Turkey

İran’ın geçmişte sattığı petrolün karşılığında alacağı paraya yaptırımlarla birlikte el konulmuştu. 100 milyar doların üzerindeki bu paranın tekrar İran’a dönmesi ile birlikte yaptırımların kaldırılmasının olumlu anlamdaki ilk etkileri görülmeye başlanacak.

Petrol ve doğalgaz ihracatı açısından bakıldığında ise petrolün daha hızlı gelir sağlaması nedeniyle, İran için öncelikli olacağı öngörülüyor. İran halihazırda ciddi miktarda petrol depolamış durumda ve bunu uluslararası piyasaya sunmaya hazırlanıyor.

Fakat, İran ekonomisi için en büyük girdiyi sağlayacağı düşünülen enerji sektöründe doğalgazın önümüzdeki bir 10 sene daha oyun değiştirici anlamda etkili olamayacağı görüşü hakim. Bu tespitin öne çıkmasındaki en önemli etken ise İran’daki petrol ve doğalgaz sektöründe elzem olan teknolojinin ciddi anlamdaki yetersizliği.

Yaptırımlar sonrasında, havacılık, otomotiv, turizm, telekomünikasyon, inşaat gibi birçok alanda ciddi miktarda atılım gerçekleştirmesi beklenen İran için belirleyici olacak enerji gelirleri, bölgesinde yaşayacağı birçok sorunla da engellenme ihtimali ile yüzleşiyor. Bu sorunların başında ise Suudi Arabistan’la yaşayabileceği krizler geliyor.

Suudi Arabistan: 1 taşla 3 kuş…

Petrol fiyatlarındaki düşüşün başlamasından bu yana bu düşüşün arkasında gösterilen neden, konjonktürel amaçlara göre yorumlandı. Arz talep dengesinin petrol fiyatını belirlediği klasik ön kabulü ile Suudi Arabistan’ın üretimi sürekli yüksek tutarak fiyatları düşürdüğü savunuldu.

Bu argümandan hareket edilerek, Suudi Arabistan’ın ABD’deki kaya petrolü ve gazı devriminin ardından artan üretimi ve azalan Ortadoğu petrolüne bağımlılığın önüne geçmek istediği öne sürüldü. Bu sektörde çalışan ABD’li şirketlerin gelirlerini düşürerek zayıflatmak sonrasında da satın alarak ABD’deki üretim yükselişine dahil olmak istediği savı işlendi.

orta-dogu

İkinci olarak, Rusya’nın Kırım’ı ilhakı sonrasında uygulanan yaptırımlar vasıtasıyla gelirlerinin düşürülerek köşeye sıkıştırılması için petrol fiyatlarının düşürüldüğü iddia edildi.

Üçüncüsü de, düşük petrol fiyatları ile yaptırımlar sonrası İran’ın tekrar pazara girdiğinde olabildiğince düşük karlar elde etmeye zorlanarak, Şii-Sünni mücadelesinde geriye düşürülmek istenmesi olarak yorumlandı.

Şu anki durumda ise Suudi Arabistan’ın sahip olduğu iddia edilen bu üç amacın tam anlamıyla gerçekleşemediği bir durum söz konusu.

ABD’de geleneksel olmayan yöntemlerle üretim yapılan kuyularda beklenen miktarda bir düşüş olmadı. Bu üretim metoduna sahip şirketlerde de büyük iflaslar ya da satın almalar görülmedi.

Suudi Arabistan her ne kadar Rusya’nın bazı petrol pazarlarını orta vadeli kontratlarla elde etmiş gözükse de yüksek bir pazar payı değişimi yaşanmadı.

İran’dan gelen “petrol fiyatı yükselmese de uluslararası piyasaya petrol arz edeceğiz” açıklamaları ise, fiyatların daha da düşeceği tahminlerini doğuruyor.

Tüm bu girişimlerin büyük sonuç vermemesinin yanı sıra, petrol üretim maliyetlerinin çok düşük olduğu Suudi Arabistan’daki yönetiminin endişeleri sadece pazar payını ve gelirlerini kaybetmekle sınırlı olmayabilir. Çünkü Suudiler için hayati olan aksta, yani ABD’nin Ortadoğu politikasında büyük bir değişiklik gerçekleşiyor.

ABD, Riyad’dan Tahran’a kayıyor

Kırım’ın ilhakı sonrasında ABD’den bu hamleye geri adım attırıcı anlamda bir karşı hamle gelmemesi, Mısır’da yıllarca ABD ile “yakın işbirliği” içerisinde çalışan Hüsnü Mübarek’in düşüşüne “göz yumulması” ve ABD’nin Ortadoğu petrolüne olan bağımlılığının yüzde 20’lerin altına düşmesi, Suudi yönetimini kaygılandıran nedenlerden bazıları.

ABD Başkanı Obama’nın da, tıpkı Richard Nixon’ın 1972’de Çin’e giden ABD Başkanı olması gibi, Tahran’a giden ABD Başkanı olarak tarihe geçmek istediği biliniyor. Obama’nın tarihe geçmek istediği diğer bir konu ise Amerikan askerlerini Ortadoğu’dan çeken başkan olmak. Bu da Suudi Arabistan için bölgedeki yüksek askeri desteğin kaybı manasına geliyor.

Öte yandan, Obama İran’a uygulanan yaptırımların kaldırılması anlaşması için ABD’deki en güçlü iki lobi olan Yahudi ve petrol lobileri ile çarpıştı ve kazandı. Bunun karşılığında da İran yönetiminden yaptırımlar sonrasında ABD’li şirketlere öncelik tanınmasının istendiği belirtiliyor.

ABD enerji şirketleri açısından bakıldığında, kaya gazı ve petrolü üretimindeki maliyetler hala yüksek düzeyde. Petrol ve doğalgaz üretim maliyetinin çok daha düşük, rezervlerin ise ciddi miktarda yüksek olduğu İran, bu şirketler için önemli bir ivme yaratacaktır. Petrol lobisi açısından bu durum yenilginin kabullenilmesini sağlamış olabilir. Yahudi lobisi açısından bakıldığında, “batı ile entegre olmuş bir İran, İsrail’in güvenliğine daha az tehdit oluşturur” tezi İsrail için ne kadar yeterli olur bunu zaman gösterecek.

Mezhepsel bir çerçeveden bakıldığında, Şii dünyasının batı nazarında Sünnilere göre öne çıktığı yorumları sıklaşırken, ABD, Rusya ve Çin açısından bakıldığında, Suriye, Kafkasya ve Doğu Türkistan gibi bölgelerde bu ülkelerin Şii “unsurlardan” destek alma seçeneğini değerlendirdikleri belirtiliyor.

Enerji ekseninde devam edildiğinde, Avrupa’da oluşan büyük doğalgaz pazarının en büyük tedarikçilerinin gelecekte sıvılaştırılmış doğalgaz taşımacılığı ile ABD ve Avustralya olması bekleniyor. Bu rekabeti sarsabilecek boyutlardaki doğalgaz miktarı ise sadece İran’da mevcut. ABD’nin İran’da mevcut arama ve üretim faaliyetlerinde bir şekilde entegre olarak alabileceği pazar payı bu yüzden de önemli.

İran ve Suudi Arabistan açısından bakıldığında, ABD’nin jeopolitik tercihlerinin kayma yarattığı bir döneme giriliyor. Ebedi ittifakların değil, ebedi çıkarların olduğu uluslararası ilişkilerde, enerji jeopolitiğinin doğru okunması, Türkiye’nin dış politikasına ve ekonomisine ciddi katkılar sağlayabilir.

nato

– Bölgedeki aks değişimi ve Türkiye

NATO’nun en güçlü üyesi ABD’nin son 15 yılı düşünüldüğünde bölgedeki tutumunda ciddi bir değişiklik görmek mümkündür. 11 Eylül sonrasında ABD’nin Neocon idarecileri Irak’ın ardından, Suriye ve İran’a karşı da operasyona girişmek istediklerini açıkça belirtiyorlardı.

İçinde bulunduğumuz günlerde ise İran’ın batıya açılmasındaki diplomasi sürecinde öncü rol oynayan bir ABD var. Bölgede tüm dünyayı ilgilendiren bir çatışmaya dönüşen Suriye’de ise vekil savaşları ile bizzat ülkelerin giriştiği savaşların karışımı melez bir savaş devam ediyor.

ABD’nin Ortadoğu’da yöneldiği yeni politikalar, bazı oyun değişikliklerini de yanında getirebilir. Bunların en önemlisi de İran’ın Avrupa gaz pazarına önümüzdeki 10 yıl içerisinde ciddi bir oyuncu olarak girmesidir. Böyle bir gelişmede Türkiye, coğrafyası gereği doğal olarak öne çıkacaktır.

Doğu Akdeniz, Kuzey Irak ve Azerbaycan’daki doğalgaz kaynakları Türkiye’nin doğalgaz arz güvenliğinin sağlanmasında gereklidir. Ancak Avrupa, özellikle kuzey Avrupa’nın doğalgaz arz güvenliğinin sağlanmasında, Rusya’ya boru gazında alternatif olabilmek için, İran gibi büyük bir kaynağa ihtiyaç vardır.

TANAP’ın oluşturulmasında Azerbaycan ve Şahdeniz’deki çalışmaları Türkiye’ye önemli tecrübeler kazandırmıştır, çünkü doğalgazın çıkarıldığı sahada yani arama ve üretim faaliyetlerinde söz sahibi olmadan, iletiminde söz sahibi olmanın pek mümkün olmadığı anlaşılmıştır.

Bu sebeple Türk milli petrol şirketi Türkiye Petrollerinin İran’da gerçekleştirilebileceği arama ve üretim faaliyetlerine önem vermek gerekmektedir. Eğer Türkiye, dünyanın 2. büyük doğalgaz rezervlerine sahip İran’ın sahip olduğu gazı Avrupa’ya yalnızca bir transit ülke olarak değil, aynı zamanda gazın gazla rekabet edebileceği bir hub özelliği kazanarak doğalgazı Avrupa’ya iletmek ve bu ticaretten kazanımlar elde etmek istiyorsa, bizzat doğalgazın İran’da çıkarılması faaliyetlerinde de bulunmak durumundadır.

Sonuç olarak, Suudi Arabistan ve İran arasında mezhep ve enerji ana başlıkları altında devam eden anlaşmazlıklar, doğal bir süreç olarak görülebilir. Ancak Türkiye açısından bu anlaşmazlıkların herhangi birinin içerisinde bulunmak, gelecekte enerji, özelde doğalgaz işbirliğinden gelebilecek jeopolitik faydaları kaçırmayla ya da sonu olmayan mezhepsel çatışmaların içine çekilmeyle sonuçlanabilir. Bu yüzden Türkiye, sadece enerji alanında değil daha birçok alanda da aktif bir ticari girişimcilik gösterebileceği İran’daki fırsatları iyi değerlendirmelidir.

İki ülke özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından gerçek anlamda iyi ilişkiler geliştirmiştir. İran’ın Türkiye ile ilişkileri, İran’ın batıyla olan ilişkileriyle paralel seyretmiştir. Bu genel gidişattan hareketle, batıyla tekrar yakınlaşan İran ile Türkiye ilişkilerinde görülebilecek gelişmeler sürpriz olmayacaktır.

*”Bu yazı Enerji Panorama dergisinin Şubat 2016 tarihli sayısı için özel hazırlanmış ve yayınlanmıştır. Yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Türkiye Enerji Vakfı’na aittir. Tekrar yayınlanması halinde kaynak gösterilerek bu sayfaya aktif bağlantı sağlanması zorunludur.”

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz